İntiharın Ekonomisi


Ölüm… Her canlı doğar ve ölür. Bilimsel olarak bakıldığında ise kişinin yaşamsal fonksiyonlarının kaybedilmesi haline ölüm denir. Peki, tanımını yapmak kolay da ölümü kabullenmesi de bu kadar kolay mıdır? Cevabı, gitgide niceliği eriyen bir çoğunluk için elbette ki “Hayır”dır.

(Memento mori)

Ölümlü olduğunu unutma

Kabullenilmesi bu kadar zor olan ölümü bu kadar korkunç yapan nedir? Kişinin kaybı için ağıtlar yakılması, ölüm şeklinin korkunçluğu ya da sevenleri ve sevilenleri birdaha görebilme ihtimalinin kalmıyor oluşu mu? Hayatta her şeyin olabilme ihtimali varken, ölüm ihtimalleri yokedecek kadar güçlü bir kesinliğe neden sahiptir?

(Mors Certa, vita Incerta)
Ölüm kesindir, hayat değil.

Bu soruların belirsizliği şöyle dursun, ölümün bile kurtulamadığı bir şey vardır o da her insanın ölümü farklı kucaklıyor oluşudur. Ölüm herkes için eşit bir şekilde karşılanmaz. Kimisi ölmeyi istemez;

(Liberate me ex inferis)
Beni cehennemden kurtarın!

kimisi umursamaz;

(Non fui, fui, non sum, non curo)
Yoktum, varım, olmayacağım, umrumda değil.

(Mezartaşlarında bulunan epiküryen felsefeden etkilenmiş yazılar)

kimisi ölmeyi bekler;

(Tu secanda marmora. Locas sub ipsum funus, et sepulchri. Immemor, struis domos)
Ölüm karşına gelmiş. Sen mezarını düşünecek yerde mermer yontturup evler yaptırmaktasın.

Horatius

kimisi ise ölmeyi ister;

Mademki ölümün ününe geçilemez, ne zaman gelirse gelsin.

.

.

Bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek ne budalalık! Nasıl doğuşumuz bizim için her şeyin doğuşu olduysa, ölümümüz de her şeyin ölümü olacak. Öyle ise, yüz yıl daha yaşamayacağız diye ağlamak,yüz yıl önce yaşamadığımıza ağlamak kadar deliliktir.

Montaigne/Denemeler/Ölüm Üzerine

Ölümün bile kurtulamadığı görecelilik her ne kadar bariz olsa da ölümün kesinliğine en ufak gölge düşürmemektedir ve metnin başında da belirttiğim hakikat hayatın her anında insanlarla birlikte yaşamaya devam eder. “Herkes doğar ve ölür.”

“Her can, ölümü tadacaktır; sonra bize döndürüleceksiniz.”

Kur’an/Ankebut/57

Eriyen nicelik olarak belirttiğim çoğunluğun istemediği, onlara göre korkunç olan ölüm fikri nasıl oluyor da bazı insanlar tarafından isteniyor ve bu sayı her geçen gün arttıkça artıyor, ekonomik durum intihar olaylarının bir sebebi midir? İşte bu metinde tam olarak bu soruların yanıtını arayacağım.


Ekonomi denen kavram hayatın her alanını kuşatan bir temel bilimin adıdır. Kaldı ki üstüne düşünüldüğünde insan ömrünün her bir dakikasının bile bir ekonomik öge olduğunu görürüz. “İnsan hayatı nasıl ekonomik öge olur, hayat para ile alınıp satılan bir şey olabilir mi ki” diye düşünüyorsanız, konu insan olduğunda her şeyin bir fiyatının olduğuna emin olabilirsiniz. Bunu daha kolay anlayabilmek için sizin 1 saatinize kaç lira değer biçildiğine bakabilirsiniz ve böylece ortalama 60-70 yıllık ömrünüzün haftalık çalışma saatinize göre kaç lira ettiğini hesap edebilirsiniz.

Peki, piyasa ömrünüze bir değer biçmiş olsa bile, ekonomi (geçim derdi, refah düzeyi), son günlerde haber sitelerinin gösterdiği gibi, siyasi muhaliflerin iktidarın ekonomi politikasını eleştirmek adına iddia ettiği gibi, ölmeyi istemenin yani intiharın sebebi midir?

Evet, sebebidir ama temel sebebi değildir! Temel sebebin ne olduğundan bahsetmeden önce birkaç veriye göz atmak gerektiğini düşünüyorum.

(Grafik A) OECD, 2014, ÜLKELERE GÖRE, 100 BİN KİŞİ BAŞINA DÜŞEN İNTİHAR ORANI VERİSİ

Grafik A’da görüldüğü üzere intihar oranlarının hangi ülkelerde daha fazla görüldüğü sayısal olarak aşikârdır. Huzur ve refahın göstergesi olarak görülen ülkeler nüfuslarına göre yüksek intihar oranlarına sahip. Bu durum kafalarda şu sorunun belirmesine neden oluyor: “Ekonomi intiharın sebebiyse neden zengin ülkelerde intihar oranı daha fazla?” Cevabı basit:

Uzun süredir, artık uyanmaya başladığımız bir rüya görüyorduk: bu, insanların sosyoekonomik durumunu iyileştirmemiz halinde her şeyin yoluna gireceği, insanların mutlu olacağı rüyasıydı. Karşımıza çıkan gerçek ise şudur: yaşama savaşı şiddetini kaybedince, ne için yaşam? Sorusu gündeme gelmiştir, Bugün daha çok insan yaşamak için gerekli araçlara (means) sahip, ama yaşamak için bir anlamları (meaning) yok!

Duyulmayan Anlam Çığlığı

Ne için yaşam? İnsanlar bir işi yapmak için bile bir motivasyona ihtiyaç duyuyorken yaşamak için bir motivasyona neden ihtiyaç duymasın? Elbette ki ihtiyaç duyacaktır ama dikkat edilmesi gereken nokta motivasyonun yaşam için gerekli araçlara (para, güzellik, ün, vs.) mı, yoksa yaşamak için bir anlama mı olduğudur. Peki, yaşam için anlam nedir?

Hayat standartları ne kadar yüksek, sağlık hizmetleri ömürlerini uzatmada ne kadar başarılı olursa olsun, medeniyetin insanları giderek artan bir hızla sıhhat ve mutluluklarını yitirecekler. Çünkü insan sadece ekmekle yaşayamaz! İnsanın mutluluğu ise daha yükseğe çıkmak, en yüksek melekelerini geliştirmek, daha yüksek ve en yüksek şeylerin bilgisini kazanmak ve eğer mümkünse “Tanrıyı görmek” olmalıdır. Daha aşağıya giderse, yalnızca hayvanlarla paylaştığı daha aşağı melekelerini geliştirirse, o zaman kendisini şiddetle mutsuz kılar, hatta umutsuzluk noktasına bile varabilir.

İşte anlamın kaybolduğu noktada insanın düştüğü bu umutsuzluk hali intihar olaylarının temel sebebidir. Ekonomi, duygusal ilişkiler, çevre, toplum baskıları hepsi yaşam motivasyonu kaybolmuş bir insanın intihara gidiş sürecinin birer itici gücüdür, aracıdır, bahanesidir. Bu durumu Türkiye’de intihar oranının diğer gelişmiş ülkelerden neden daha düşük olduğunu anlamak için soruşturduğumuzda daha iyi kavrayabiliriz.

Türkiye’de 2000’lerin başlarında her yıl 2000’li rakamlarla ifade edilen intihar sonucu ölüm vakaları, 2012 yılından itibaren 3000’li rakamlara çıkmış durumda. Ülkede 2017’de 3 bin 168, 2016’da 3 bin 193, 2015’te 3 bin 246, 2014’te 3169 kişi intihar sonucu yaşamını yitirmiş bulunmakta. Bu yukarı yönlü eğilimi, Türkiye’de insanların hayatında dinin yerini karşılaştırdığımızda karşımıza negatif yani ters orantı çıkar çünkü Türkiye’de insanları intihar girişiminden caydıran konuların başında dini faktörler geliyor. Allah korkusu, sonsuz cehennem kaygısı, bizim ülkemizde intihardan vazgeçmek için ciddi gerekçelerden biridir. Elbette ki bu paragrafda bazı cahil sözcüleri gibi, bütün dinsizler intihara yakınlaşır, ölen kişinin evinde “Tanrı Yanılgısı” kitabı vardı, intihar sebebi dinsizliğidir, gibi vahim ve cahilce iddialarda bulunulmamaktadır. Dinin yalnızca güçlü bir gerekçe olduğu savunulmaktadır.

İkinci olarak yukarı yönlü intihar oranını aile bağlarıyla karşılaştırdığımızda karşımıza yine ters orantılı bir ilişki çıkmakta. “Yakınlarıma ne olacak kaygısı” olarak tarif edilen bu kaygı, Türkiye’de aile bağlarının hala güçlü olduğunu ve bu kaygının da büyük bir caydırıcı etkisinin bulunduğunu bize gösterir. Aile kavramının temeline dinamitlerin döşendiği şu zamanlarda böyle bir eğilimin olması normaldir. Çünkü insanlar yalnızlaştırıldı, yalnızlaşan her insan bireyselleşti, bireyselleşenler topluma duyarsızlaştı (bireyselleşme yalnızca güçlü bireyler yetiştirmek için savunulmalıdır, topluma duyarsızlaşmak için değil) ve en önemlisi “sevgi” kavramından onlarca insan mahrum bırakıldı. Böyle bir ortamda insanların yaşaması için herhangi bir motivasyonu bulunmamaktadır.


Günün birinde gözlerini açıp rengarenk bir dünya ile karşılaşan insan türü, büyüyüp gelişmekte ve yaşlanıp ölmektedir. Nereden geldiğinden ve nereye gideceğinden habersiz olan insan, bu kadar belirsizlik içinde elbette ki yaşamın amacı nedir sorusunu da sormaktadır ya da sormalıdır. Bu mutlaka sorulması gereken sorulardan biridir. Günümüzde yaşam, bilinç gibi kavramları manevi dünyadan, maddi bir dünyaya indirgeyen popüler kültür, insanları yaşamın amacı nedir sorusundan oldukça uzaklaştırıyor. Bu materyalist yaklaşımlar sanat hayatına, aile ve iş hayatına, daha da önemlisi insan hayatına sirayet etmektedir. Materyalist yaklaşımın sanat hayatını kısırlaştırdığı gibi (bunu anlamak için eski ve yeni sanat eserlerini karşılaştırmak yeterlidir), insan hayatını da kısırlaştırdığını yadsımak olanaksızdır.

İnsan hayatının kısırlaştığı bu zamanda insanların çevresel etmenlerden, özellikle de insanın kendisinden korunması için bazı reçetelere ihtiyacı vardır. Bunlar;

1-) Ne için Yaşam Sorusuna Cevap Arayın.

Türkiye örneğinde gördüğümüz gibi dindar insanların dünya hayatının gelip geçici olduğunu söyleyip, yaşam motivasyonunu inandıkları sonsuz kudretten alması yaşamı katlanabilir bir hale getirmektedir. Onlar için, yaşamı yaratan varlığa, yaşama katlanmak için de sığınmaları elbette ki mantıklı olan ve olması gerekendir. Ek olarak ölümden sonra bir hayatın olduğuna inanılması, insanı yaşamın belirsizliğinden koruyan ve ömür sermayesini doğru kullanmasına yardımcı olan önemli bir etmendir.

Herhangi bir inanca mensup olmayanlar ise bilimle uğraşarak veya kapitalist topluma yaraşır bir şekilde daha fazla güç ve zenginliğe ulaşmaya çalışarak yaşamın şiddetinden korunabilecekleri kanaatindeyim. Dindar insanlar gibi yaşamın öncesini ve sonrasını anlamlandıramadıkları için, hem anlamlandıran hem de çalışıp çabalayan dindarlar kadar başarılı olabilecekleri kanaatinde değilim ama yaşama katlanmak için yeterli motivasyona sahip olabileceklerine inanıyorum.

2-) Aile ve arkadaşlık bağlarınızı kuvvetlendirin!

Materyalizme doğru evrilen dünyanın, çeşitli ideolojilerle aile kavramını dinamitlediği bu günlerde aile bağını kuvvetlendirmek, aileye ve arkadaşlığa değer vermek insanlar için yaşama dair büyük bir motivasyon kaynağı olacaktır. Aralarında sevgi bağı bulunan her birey birbirini kaybetmekten, ardında bırakmaktan korkacaktır, sevilenler sevenleri üzmekten korkacaktır. Yaşamın şiddetinden aile ve arkadaşlık bağlarınızla korunabilirsiniz.

3-) Ruhen ve fiziken kendinizi güçlendirin!

Hayatta her zaman inişler ve çıkışlar olduğuna, adına şiirler yazılan insanın bilgiyle ve düşünceyle yaşam için her şeyi yapabileceğine muktedir olduğuna inanın. Bu inanç doğrultusunda çalışarak, okuyarak, gezip görerek kendinizden güçlü bir birey yaratın. Düşseniz bile her zaman kalkmayı hedefleyin ve mümkünse yardım almadan sadece kendiniz kalkmayı hedefleyin. Yaşamınızı herhangi bir metaya, insana veya hedefe bağlı kılmayın. Hedefiniz elbette ki olmalı ama hedef yaşamın kaynağı olmamalı ve mümkünse birden fazla hedefiniz olmalı, çünkü ezeli ve ebedi olmayan, kaybolabilir, kaybedilebilir şeylere bağlanan her birey, metasını kaybettiğinde yolunu şaşırmakta, yolsuz kalmaktadır. Ruhunuz, yegâne yolunuz olsun!


Sonuç

  • Ölümün kesin olduğu ve biyolojik bir süreç olduğu vurgulandı.
  • İntihar oranlarının günden güne arttığı ve artacağı vurgulandı.
  • Ekonomik durumun intihar vakalarına bir sebep olduğu ama iki yüzlü siyasilerin iddia ettiği gibi temel sebep olmadığı vurgulandı.
  • Temel sebebi görmekten uzak, ölümü bile çıkarları için siyasileştiren kişilerin bu oranları düşürmek bir yana dursun, artıracağı göz önüne serildi.
  • Werther Etkisi dediğimiz intiharın bulaşıcı olması, medyanın bu olayları sürekli insanların karşısına çıkarması, metinde ayrıntısına girilmeyip bahsedilmese de eleştirildi.
  • Ekonomik sıkıntıların veya savaşların intihar oranını artırdığı kabul edilmekle birlikte, temel sebep olmadığı sadece insanların bu vakayı gerçekleştirmesi için bir araç olduğu vurgulandı.
  • Temel sebebin Yaşamı Anlamlandıramama kusuru olduğu vurgulandı.
  • Din ve aile kavramlarının intihar oranlarını düşüren ciddi etmenler olduğu belirtildi.
  • Verilere ve gözlemlere dayalı olarak yaşamın şiddetinden koruyabilecek reçete sunuldu.

Felix qui potuit rerum cognoscere causas

“Şey”lerin derinliklerine inebilenlere (nedenleri anlayabilene) ne mutlu!

Virgilius

Çağatay Çağlayan

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Muhammed Temporal Lob Epilepsi Hastası mıydı?

Mütevazi Bir Cuma Duası

Dilan Polat Bir Vatanseverdir, Neden mi?