Siyaset Üzerine: Körlük ve Sanat
Ülkem adına üzülüyorum, özellikle ülkemin gençleri adına… Siyasetin ve kısır tartışmaların revaçta olduğu şu günlerde kutuplaşan ve nefretin potansiyel bir taşıyıcısı haline gelen insan toplulukları (özellikle gençler) başarısız ve yanlı politikaların kör ettiği birer özne haline geldiler. Tabi bu körlük dediğimiz konu elbette ki duyu organı olan gözün yokluğu değildir, akıl gözünün işlevsiz hale gelmesidir. Akıl gözü işlevsiz hale gelen biri görünenin ardındaki görünmeyen yargıları bilmeye (tecessüs) muktedir değildir, örneğin bir Mona Lisa tablosunun önünde, elinde sulu boya bulunan 6 aylık bir bebek gördüğünüzde, göz, bebeğin bu tablonun haliki olduğuna, akıl gözü ise 6 aylık bir bebeğin bu tabloyu yapmaya kadir olmadığına hükmeder. İşte bu 2 kavram arasındaki fark bu kadar derin ve hayatidir.
Her ne kadar akıl gözü kitleler halinde uyuşsa da ben bu yazımda sadece uyuşmuş gençliğe odaklı olacağım, çünkü yeni jenerasyon olan gençlerin sahip oldukları potansiyeli kullanamadığına ve daha da kötüsü bu potansiyelin yanlış alanlarda, yanlış ellerde kullanıldığına inanıyorum ve ek olarak bu yazının konusu mukabilinde politik körlüğün sanat üzerinde nasıl bir etkisi olduğuna, gençliğin neleri kaçırdığına odaklanacağım.
“Devletler arasında dostluklar yoktur, çıkar ilişkisi vardır.” Bu yıllar boyu bilinen en eski hakikatlerden biridir. Bu hakikatin göz ardı edildiği her konuda verilen tüm yargılar objektiflikten oldukça uzaktır. Bu hakikati bilen bir insan devletlerin çıkarları doğrultusunda ilişkilerini düzenlediğini bilir ve yaşanan sorunlar olsa bile bu tebaanın değil bürokrasinin sorunudur. Peki bürokratik sorunlar halklar arasında düşmanlığa sebep olmalı mı? Konu savaşa, ölümlere veya zulüme gebe olursa ne yazık ki düşmanlığa sebep de oluyor. Özellikle “Genelleme” hastalığına bürünmüş toplumumuz, ruhlar pazarındaki seçkin ruhları bulmaktansa seçkinler de dahil tüm ruhları şeytan saymaya meyilli bir haldedir. Oysaki ilahi vahiyde bile şu uyarılar yapılmaktadır;
“Siz ey iman edenler! Allah için, hakkı ayağa kaldırarak adaletin timsali olun ve birilerine olan nefretiniz sizi adaletten sapmaya sevk etmesin! Adil olun, bu Allah’ın koruması altına girmenin en kestirme yoludur: Artık Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun! Şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide/8)
“De ki: “O her şeyin Rabbi iken, şimdi ben Allah’tan başka bir Rab mi arayacağım? İnsanların işledikleri kötülükler yalnızca kendilerini bağlar; zira hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu taşımaz. Sonunda hepiniz Rabbinize döneceksiniz; işte o zaman O, ihtilafa düştüğünüz hakikatlerin içyüzünü size bildirecektir.” (Enam 164)
Bu ayetlere bakıldığı zaman genellemeden uzak durulması, bireye birey olarak bakmanın önemi oldukça vurgulanıyor ama inandığı kitabı hiç okumamış, üstüne düşünmemiş insanlara bu ayetlerin inip inmediği tartışılır zira “bütün x kavmi böyledir, bütün y kavmi şöyledir” diyerek genellemenin kurbanı olan oldukça fazla kavimler (uluslar) ve kültürler mevcuttur. Fars, Arap vs…
Ülkemizde insan olma evrimini tamamlayamamış 2 kitle vardır ki ben bunların ilkine Kronik Sol, diğerine ise Siyasal İslamcı demeyi daha doğru buluyorum. Bu kitleler son derece genelleme meraklısı ideolojik körlük yaşayan kitlelerdir. Çeşitli siyasal nedenlerle kutuplaştığı kültürlere yabancı kalmışlardır veya düşmanlardır.
Örneğin;
Kronik sol, ideolojileri gereği dini değerlere (muhafazakarlık) ve bu değerleri yoğun yaşayan halklara, devletlere oldukça mesafelidir. Onlar için çağdaşlık ve batıcılık; çıplaklık, fuhşiyat ve sarhoşluk ile eşdeğerdir. Ayrıca bunları yapmayı özgürlük, desteklemeyi de özgürlükçü düşünce sayarlar. Gerçi bu iddiamı kabul etmezler çünkü çevrelerindeki en aydın insanlar onlardır (!) Cahil olan mı daha tehlikelidir, cahil olduğunu bilmeyen mi bunun yorumunu size bırakıyorum zira “bu memleket neler çektiyse aydınlardan çekti” cümlesini bana zaman zaman hatırlatmıyor değiller ama bu cümleye “aydın sananlar” ibaresi eklesek daha sağlıklı olacaktır sanırım.
Bir diğer örnek ise Siyasal islamcılar dediğimiz kitledir. Kendileri dini, bir perspektiften, bir hakikat yolu olmaktan çıkarıp bir kavga vesilesine dönüştürmeyi çok severler. Öyle ki haram yerler, ibadet etmezler ama dini konuda en çok onlar konuşurlar, çünkü onlara göre dinin sahibi onlardır. Bu kitlenin en büyük özelliği ise farklılığa kapalılıktır. Farklı düşünceyi, farklı giyineni, farklı insanı asla desteklemezler ve ötelerler. (gerçi istediğini giyinebilmek -giyinmemek değil giyinebilmek- özgürlüktür ve kimsenin desteklemesine gerek yoktur lakin öteleyip kötü sıfatlarla yaftalamasalar keşke…). Özellikle farklı düşünce kısmına da ayrı bir parantez açmak gerekir, çünkü bu kitle tartışma kültürüne de oldukça uzaktır. Kendinizi kilise tarafından aforoz edilmiş biri olarak bulmanız uzak bir ihtimal değildir. (Gerçi ellerinden gelse kafanızı keserler zira onlar kitle/sürü kafasıyla ilerleyen potansiyel bir DEAŞ’dır.) Doğru düşünceden uzak bu mezhepçi ve tarikatçı kafayı eleştirmeye kalksak sayfalarca yazılırdı (kronik sol daha beterdir o konuya hiç girmeyeceğim), o yüzden bu kitleleri kısaca tanıtmış olmakla yetinmek istiyorum, zira Kronik Sol ve Siyasal Islamcılar arasında delirmek üzere olduğumuzu yakinen gözlemliyorum, bir de burada ayrıntılı bahsedip can sıkmayalım.
Kitlelerin tanınması konusu halledildiğine göre konudan da çok uzaklaşmadan sanat konusunda nasıl bir buhran içindeyiz ona geçebilirim.
Yazının başında da belirttiğim üzere siyasetin kör ettiği insanlar sırf siyasetin hedef haline getirdiği bir ırkı ya da milleti temsil ediyor diye o ırkın kültürlerine/sanatlarına mesafeli ve uzak davranmaktadırlar. Bana kalırsa bu yanılgıdan payını alan, en büyük kültürlerden biri olan ve benim de bu yazımda örnek olarak kullanıp tanıtacağım İran/Fars sanatıdır. Siyasal islamcılar hem tarihin öcü hem de mezhepçilik yüzünden bu sanata düşmandır (hatta bu yazıyı İran sanatıyla alakalı yazdığım için beni muhtemelen irancı ya da şii ilan edeceklerdir). Kronik Sol ise devrim sonrası dini otoriteye geçen İran’a ve sanatına medyanın da yönlendirmesiyle oldukça mesafelidir çünkü onlar için İran, şeriat, alkol satılmayan, çarşaf giydiren bir ülke demektir ve bu ülkede onlara göre güzele dair hiçbir şey yoktur.
İşte bu hatalı bakışlar gençlerimizin sanat alanında güzellikleri kaçırmasına sebep oluyor.
Dipnot= Bu yazımda bir çok farklı kültürü kullanabilirdim (örneğin Arap kültürü) ama daha önce de belirttiğim gibi diğerlerinden daha iyi bulduğum Fars kültürünü kullanacağım ve görülmeye değer nelerin kaçırıldığını göz önüne sermek niyetindeyim.
Fars (İran) Kültürü
Siyasetin uyuşturduğu zihinlerin yabancı kaldığı sanatlardan en önemlisi benim için Fars kültür ve sanatıdır. Öncelikle şunu da belirtmek gerekir ki İran’da Fars, Türk, Arap olmak üzere çeşitli kökenlerden gelen insanlar yaşamaktadır. (Fars, arap olmayan İran halkına denir ve kökü Pers İmparatorluğuna dayanır.) Popülasyonu Türkiye ile neredeyse aynı çeşitliliğe sahip olan bu ülkenin ve insanlarının kültürlerine, sanatına nasıl bu kadar yabancı kalabildik bu gerçekten üstüne düşünülmesi gereken bir sorudur. Kaldı ki bu yazının konusu da tam olarak budur.
Tekrar etmek gerekirse, devrim sonrası İran, laik yönetimi yıkıp dini yönetimin egemenliğine girdiği için ve doğu medeniyeti olduğu için kronik sol kafanın uzak durduğu yaklaşmayı bile düşünmediği yegâne orta doğu ülkesidir. Siyasal islamcılar için ise asla güvenilmemesi gereken ülke ve ırk, bazılarına göre ise şii oldukları için kafir bir ülkedir. Tabi, benim yaklaşımım sanata sanat olarak bakıp değer vermek olduğu için Fars sanatına dair güzel bulduğum şeyleri paylaşacağım, bu yüzden kronik sol ve siyasal islamcılardan ne mutlu ki ayrılmış olacağım.
Fars kültürünü şairler ve şiirler, müzik, mimari, sinema ve fars dil özellikleri, başlıkları altında inceleyeceğim.
Şairler ve Şiirler
Gençler için sevindiğim nokta şudur ki yazacağım şairler ve şiirlere ders kitaplarında sıklıkla karşılarına çıkmasından olsa gerek Fars sanatının bu koluna vakıf olmalarıdır fakat bu metindeki esas konu vakıf olmak, yani bilgi sahibi olmak meselesi değil, ilgi meselesidir. Elbette ki herkes istediği şeye ilgi duyabilir, herkesin aynı şeyi beğenmesi elbette beklenemez lakin buradaki asıl konu neden bu kültürün popüleritesini kaybedip, eskisi kadar ilgi duyulmadığıdır. Sanatsal beğenilerimiz değişse de güzel algımız elbetteki değişmeyecektir. Bu yazının konusu olan sanata siyasetin etkisi, sanat için kötü huylu bir kanser gibidir ve artık yadsınamaz. Bu kısımda alınması gereken mesaj tam olarak budur.
~ Rumi
“Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı.
》Rumi – Etme Şiiri《
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme.İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil.
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme.”
Muhammed Celâleddîn-i Rumi, veya kısaca bilinen adıyla Mevlânâ, 13. yüzyılda yaşamış Fars Sünni Müslüman şair, fâkih, âlim, ilahiyatçı ve Sufi mutasavvıf.
》 Rumi – Poem of the Atoms 《
“Ey gün, uyan, zerreler dans ediyor.
Bütün evren dans ediyor,
Mutluluktan perişan olmuş ruhlar dans ediyor.
Kulağına danslarının onları nereye götürdüğünü söyleyeceğim,
Havadaki ve çöldeki bütün zerreler
iyi bilin, onlar sanki deliler
Her bir zerre mutlu ya da mahzûn
Hakkında hiçbir şey söylenmeyen güneşe tutulurlar…”
Gönül isterdi ki buraya Rumi’den sevdiğim şiirlerin, sözlerin hepsini paylaşayım ama yazının uzamaması adına sadece beğendiklerimin arasından bağlantıları (link) ile birlikte paylaşmak daha uygun gibi gözüküyor. Her ne kadar dini ve çeşitli konularda Rumi ile ters düşsem de Rumi’nin edebiyat ve tasavvuf öğretilerine dolayısıyla sanata katkısı, etkisi ölçülemez. Bu yüzden Rumi’nin bu listede bulunması gerektiğini düşünüyorum. Aynı zamanda Rumi’yi tebrik etmek de lazım ki etkisi oldukça kalıcıdır, siyasal islamcıların ve kronik solun birleştiği nadir ortak noktalardan biridir.
~ Şems
Şems-i Tebrîzî, İranlı mutasavvıf. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin gönül dünyasında büyük değişikliklere sebep olan ve Mevlânâ tarafından yazılan ilâhî aşk şiirlerinden oluşan “Dîvân-ı Şems-î Tebrîzî” adındaki nazım eser sayesinde tanınan Mevlana’nın sohbet şeyhidir.
“Sevmeyene karınca yük, sevene filler karınca. Dağı bile taşır insan aşık olup, inanınca.”
“Arza hacet yok, halim sana ayandır. Dile gerek yok, sessizliğim sana beyandır. Söze lüzum yok, susuşum sana kelamdır. Kelama ihtiyaç yok, aşk sana figandır.”
“Sevmek bu kadar güzelse, kim bilir sevmeyi yaratan ne kadar güzeldir.”
“Sevmeye layık olmayana hatırlayarak değerli etme. Dönmek mi istiyor, bir şans daha verme. Unutma sevgi yürekli olana yakışır.”
Daha çok Rumi ile tanınan Şems, yine desteklemediğim (desteklemediğim diyorum ama bunu klasik bir fikir ayrılığı olarak algılansın istemem, özellikle mesnevideki bazı kısımlar, pedofili, kadın düşmanlığı vb. gibi konuları hikaye edinen rumi ve şems ikilisinin tam karşısında olduğumu belirtmek isterim) onlarca görüşe rağmen sanata ve tarihe bıraktıkları etki bakımından listeme almaya layık gördüğüm bir diğer şairdir.
~Ömer Hayyam
Gıyaseddin Eb’ul Feth Ömer İbni İbrahim el-Hayyam veya Ömer Hayyam İranlı şâir, filozof, matematikçi ve astronom. Hayyam, Nişabur doğumludur.
Severek okuduğum Rubailer kitabının yazarıdır. Kendisi şarap ve sevgili temasıyla dörtlüklerini yazıp alayına giydirir şiirlerinde. İşte birkaç örnek;
“Dünyada akla değer veren yok madem,
Rubailer
Aklı az olanın parası çok madem,
Getir şu şarabı, alın aklımızı:
Belki böyle beğenir bizi el alem!”
Bu dörtlüğü her okuduğumda ülke olarak entellektüel birikime ve entellektüellere verdiğimiz değer aklıma gelir… Ayrıca TikTok furyasından, Nilgün Bodur, Şeyma Subaşı gibi “söz hayatidir” sözüne karşı cellat kesilen kişilerin şerrinden kafamızı kaldıramadığımız şu günlerde Schopenhauer haklılığıyla yüzleşiyoruz.
“Ahmaklar için kitap yazanlar her zaman geniş bir dinleyici kitlesi bulurlar.”
“Düşünce göklerinin baş konağı sevgidir sevgi;
Gençlik destanının baş yaprağı sevgidir sevgi;
Ey sevginin sırlarından habersiz yaşayanlar,
Bilin ki tüm varlığın baş kaynağı sevgidir sevgi.”
Yaptığınız her işte, bulunduğunuz her sohbette mottonuz bu dörtlük olsun.
“Bir gün yıkılır saltanatın, yapma güzel;
Fırsat sana el vermiş iken, ver bize el.
Bir ülkeye benzer bu güzellik, sonu yok,
Bir gün çıkar elden; hadi, lutfetmeye gel!”“Ben, gönlü temiz insana kurban olayım.
Gezsin başım üstünde benim, hoş tutayım.
Ham insanı al karşına, söylet azıcık,
Dön, sonra cehennem ne imiş, gel sorayım.”
Üstadın bu uyarıları da altın değerindedir. (Anlayabilene…) Hayyam bana göre Rumi’den de Şems’den de daha başarılıdır (en azından ne düşündüğü ne olduğu belli) ama popüler kültüre bakarsak bizim 2 aşk uzmanı Hayyam’dan daha ön plandadır.
~ Hacı Bektaş Veli
Hacı Bektâş-ı Velî; Mistik, seyyid, mutasavvıf şair ve İslam filozofu.
Dipnot = Yine belirtmem gerekir ki burada paylaştığım şairler ırk olarak nitelendirilmemiş, doğdukları coğrafyaya göre nitelendirilmiştir. Bu şairlerin hepsi hangi ırka bağlı tartışma konusudur lakin hepsinin Fars kültürüyle yetiştiği kesindir.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Makalat adlı Arapça bir eseri vardır. 1338 senesinde vefat eden Hacı Bektaş-ı Veli’nin derslerini ve sohbetlerini takip ederek onun tarikatına bağlananlara, tasavvuftaki usûle uyularak “Bektaşi” denilir. Bu yüzden tarihe yaptığı etki açısından Fars kültüründe yetişmiş en etkin şairlerden biridir.
“Hararet nardadır sacda değildir
Her Ne Arar İsen – Hacı Bektaş Veli
Keramet baştadır tacda değildir
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüste Mekkede Hacda değil
Sakın bir kimsenin gönlünü yıkma
Gerçek erenlerin sözünden çıkma
Eğer insan isen ölmezsin korkma
Aşığı kurt yemez uçta değildir”
Buradaki şairler dışında Fars kültürüyle yetişmiş daha çok önemli isim vardır lakin hepsine ayrı ayrı değinme görevi sadece bu kültürü tanıtmak için yazılan metinlerde tam manası ile yerine getirilmiş olur ama örnek olarak Sadi, Firdevsi, Şirazi gibi şairler yine bu metinde anlatılan şairler kadar önemlidir.
Müzik
Bu başlığın altında öyle müziğe dair teknik bilgiler elbette ki bulamayacaksınız ama kendi güzel algımla Fars müziğinden keyifle dinlediğim birkaç eseri bu başlık altında paylaşmak istiyorum.
~ Homayoun Shajarian
Kendisi benim geç tanıdığım sesine ve mütevaziliğine hayranlık duyduğum bir sanatçı olmakla beraber her dinlediğimde o ses kullanışına şaşkınlıkla dikkat kesilirim.
》 Homayoun Shajarian – Ba man sanama《
Yukarıdaki videonun ilerleyen bölümlerinde yaptığı gırtlak çarpmaları daha önce duymadığım tarzda son derece başarılı ve diğer Fars sanatçılarda da olduğu gibi sesdeki o İran dokusunu hissettiriyor. Bu insanlar da ses tarzı da bir kültür bir gen gibi aktarılıyor gibidir.
》 Homayoun Shajarian & Simorq Orchestra 《
Bu videoda ise orkestra ile uyumuna ve orkestranın başarısına diyecek tek bir şey yoktur. Umarım bir gün canlı izlemek de nasip olur.
》 Homayoun Shajarian- Mast e negaah《
Bu da bonus olsun.
~ Muhsin Namcu
Kendisi sanırım ülkesinde barınamayıp yurtdışında yaşayan sürgün sanatçılardan biridir. Sebebini işe şu videoya bağlıyorum;
》 Muhsin Namcu Tekvir Suresini Müzik Eşliğinde Okuyor《
İranda Kuranı Kerim surelerini müzik eşliğinde okumak suç sayıldığı için Muhsin Namcu’nun bu müziği yapmasına ne gerek vardı diye sormadan edemiyorum lakin sevdiğim bir şarkı olmadığı için de sanatsal açıdan değerlendirmeyeceğim doğrusu. Ama öyle bir şarkısı var ki beni benden alır…
Daha bir çok sanatçı olmasına rağmen yazının uzamaması adına yalnızca bu 2 şarkıcıyla yetinmek durumundayım. Açıkçası siyasi körlükle uyuşmuş gençlerimizin bu sanatlara önyargılı ve uzak olması büyük bir kayıptır. Bu kayıp eminim ki Mimari başlığında kendisini daha çok hissettirecektir.
Mimari
Açıkçası mimariyi anlatmak için sadece fotoğraflarla konuşmak yeterlidir diye düşünüyorum. Motifler, duvarlara işlemeler, çiçekler Fars mimarisinin vazgeçilmezlerindendir. İranın camilerini, müzelerini, tarihi sokaklarını özellikle İsfahan’ı gezmek umarım bir gün siyasi baskılardan kurtulduğumuzda bize de nasip olur demeden edemeyeceğim.
Koskoca tarihin ve koskoca bir sanat potansiyelinin elbette ki bu fotoğraflar karşılığı olmayacaktır ama sadece bu fotoğraflar bile İlber Ortaylı hocanın da dediği gibi İranı mutlaka gidilmesi, görülmesi gereken yerler listesine koyacaktır. Günümüzde batı hayranı, dejenere olmuş bireyler doğu kültürünün zenginliğinden kendini neden mahrum bırakıyor anlamıyorum doğrusu. Keşke bu siyasi, ideolojik kimliklerini bıraksalar ve gözlerini sanata çevirebilselerdi…
Sinema
Sinema alanında kültürleri kıyaslamak benim için hayli zor bir iştir, o yüzden bu işi uzmanlarının yapması daha doğru olacaktır lakin İran sinemasının da yabana atılacak tarafının olduğunu düşünmüyorum. Bu yüzden bazı örnekleri verip bu sinema kültürü ile alakalı yorumu okuyucuya bırakmak istiyorum. Zira ben vermek istedikleri mesaj ve sanatsal değer bakımından oldukça başarılı buluyorum.
Bu film aynı zamanda mezhepçi Siyasal İslamcıların saldırısına uğramıştır, sanatsal açıdan değerlendirilmedi (önce izlemeleri gerekir tabi), hatta izlenmesinin haram olduğunu söylemeye kadar ileri gittiler.
Bir de kısa filmleri var tabi… Bu zamana kadar adını hatırlamadığım çok İran yapımı kısa film izlemişimdir ama sanırım en akılda kalıcı olanı;
》 Babam için bütün mevsimler aynıydı《
Tabi çocukluğumdan beri her cuma severek izlediğim Hz. Yusuf dizisini unutmamak gerekir.
Tasavvuf ekolleri tarafından romantik bir hikaye gibi anlatılan Yusuf ve Züleyha hikayesini, mesaja uygun olarak ilahi aşk çerçevesinde anlatabilen muazzam bir başyapıttır bu dizi.
Ötekiler sessiz sedasız izliyor olsalar da Kroniklerin bu güzelliklerden mahrum olması ne acı…
Dil Özellikleri
Yazının son başlığını Farsçanın dil özelliklerine ayırdım. Yüzeysel olarak bazı bilgiler verip, biraz da inceliklerinden bahsedip bu başlığı kapatacağım zira dil bilimci değilim (keşke olsaydım).
~Farsça
Farsça alfabesi; Arapça ile aynı olup harekesiz yazılır. Sayılar da aynı şekilde harekesiz Arap alfabesi ile yazılır. Sıra belirtmek için sayıların sonuna ‘om’, ‘omi’ ya da ‘omin’ eklenir. Konuşma özellikleri Arapça’ya çok yakındır; fakar her iki dil de birbirinden etkilenmemiştir. Gırtlak tonlamaları yüksektir.
Farsça; Hint – Avrupa dilleri arasındadır. Bu ailenin Hint – İran dil kolunun İran kümesine dahildir. Dünya üzerindeki yaklaşık olarak 100 milyon kadar insanın ana dili Farsça’dır. Kökeni; Antik Pers halkının konuşma dilinden gelir.
Farsça’yı konuşan ülkeler: Tacikistan, Özbekistan, Afganistan, Basra Körfezi ve İran’dır.
Farsça’yı resmi dilleri olarak kabul eden ülkeler: Tacikistan, Afganistan ve İran’dır.
Farsça; Orta Asya’da konuşulan pek çok türeme dil üzerinde etkili olmuştur. En büyük etkisi Orta Doğu üzerindedir. Güney Asya’nın bir kısmını da etkileyen bu dil; Arapça üzerinde etkili olamamıştır.
Orta Asya’da bu dilden etkilenen dillerin çoğu Türkçe ve türevleridir. Günümüzde çoğu Türk devletinde neredeyse kökene varan değişikliğin meydana gelmesinin en önemli sebeplerinden biri de bu dil etkileşimidir.
Tarih boyunca Farsça ile üretilmiş pek çok edebi eser vardır. Özellikle İslam Dünyası’nın sanat dili olarak bilinir. Melodik ve şiirsel bir konuşma tarzına sahip olması nedeniyle tasavvufi eserlerde bu dili sıklıkla görebilirsiniz.
İran Edebiyatı’ndaki çoğu eserin Farsça olması; Farsça’nın tarihte sanata ne derecede girdiğini gösterir bir kanıt niteliğindedir. Farsça’nın; Arapça ve Türkçe ile birleşip oluşturduğu farklı dillerden biri Urduca’dır. Bu dil günümüzde geniş kitleler tarafından konuşulur.
Arapça ve Farsça’nın sevdiğim tarafı kelime olarak zengin ve incelikli olmasıdır öyle ki kendi dilimde yabancı bir kelimenin birebir manasını karşılayabilecek bir kelime bulamazken arapça ve farsça gibi dillerde bu bir hayli kolay olabiliyor. Ya benim dil eğitimim yetersiz ya da dilim yetersiz sebebini bilmiyorum ama umarım bu konuda bir Türk dilcisi benim yanıldığımı bana gösterir. Arapça ve farsça da bir kelime gövdedeki köke bağlı kalıp türetilerek manaya bağlı bir şekilde yeni kelimeler oluşturulur. Mesela;
Nigar=Sevgili. Nigar kelimesi نكاشتن den gelir. Kökeni nakkaş yani, nakkaşlıktan türemiş bir kelimedir. Nigar’n kendisi sevgilidir ama kökeni resmeden, çizen, favori-idol manasına gelir. İnsan böylesine dil inceliklerini görünce hayran olmuyor değil…
Dünyadaki tek diller batı dilleriymiş gibi hiçbir dile ilgi duymayan, ekonomik olarak güçlüler diye dil olarak da güçlü olduğunu sanılan batı dillerini baş üstünde tutanlar, bu doğu dillerindeki incelikleri göremeyip bence büyük bir kültürden uzak kalıyor.
Sonuç
Bu metinde;
- Önemli olan gözün değil, aklın görmesi olduğu vurgulanmıştır.
- Zamanın hızla geçtiği ve gençliğin bilgi birikimini artırarak kazanılması gerektiği savunulmuştur.
- Siyasetin ya da siyasi nefretin günümüzde kötü huylu bir kanser gibi sanata, insanların beğeni algısına sirayet ettiği savunulmuştur.
- Bu oluşan algının objektifliğe vurulan bir ket bir darbe olduğu savunulmuştur.
- Bürokratik sorunların insanların önüne koyulan sıfatları etkilememesi gerektiği savunuldu ve genelleme algısı eleştirildi.
- Kronik Sol ve Siyasal İslamcı gibi kavramlar arama sonuçlarında karşımıza çıkan sonuçlar dışında kullanıldı ve bu 2 grubunda nitelikleri açıklandı.
- Kronik Sol ve Siyasal İslamcı kitleleri sanat dışında ayrı bir konu olarak eleştirildi.
- İran herhangi bir siyasi konudan desteklenmedi. (Kaldı ki konu sanat değil de siyaset veya din olsaydı Kronik Sol kadar yoğun eleştirilen bir olgu olurdu benim için)
- İran sanatı “yiğidi öldür hakkını yeme” deyişine bağlı kalarak tanıtıldı. Bu yüzden bu yazı siyasi ve toplum baskılarından kurtulup sanatı sadece sanat için değerlendirdiğim bir yazı olarak nitelenecektir benim için.
- Hangi sebeple olursa olsun güzele güzel, çirkine çirkin demeyi unutan toplumumuza güzellik algısı yeniden hatırlatıldı.
Sadece hakikatin öne çıktığı, yalanın prim yapmadığı, nefretin değil güzelliğin kazandığı günlere…
~ Çağatay Çağlayan ~
Yorumlar
Yorum Gönder