Dertleşme: Eğitim Hayatı

Önceden üniversite derslerini asmamam gerektiğini düşünürdüm. Derslere çoğunlukla vaktinde gider, beni derdest edecek kadar hasta olmadığım sürece de derslerime katılırdım. Buna rağmen, şimdi tam tersini düşünüyorum.  

Artık, herkese söylüyorum: Kendinize neyin yararlı neyin yararsız olduğuna karar verdikten sonra yararsız olduğuna kanaat getirdiğiniz derslere girmeyin. Dışarı çıkıp, denizin güneşin tadına varın. Kitap okuyun. Bunlar daha yararlı.

Niçin bunu söylüyorum?


Hem kısıtlamalar hem karantina süreci hem de soğuk kış ayları derken kendimi mapushaneden yeni çıkmış mahkum gibi hissediyorum.

Denizin, güneşin, martının ve simidin tadı çok başka geliyor. Adalar vapurunu özlüyorum, şikayet ettiğim kalabalığı özlüyorum.

Çünkü tüm bu asosyal süreç insanı fazla sıkıyor. Fazla sıkılmışlık ise insanı bazen alim ediyor. Kendi içine dönüp aslında neye ihtiyacın olduğunu görmeni sağlıyor. Kimi zaman da anksiyetelere gark ediyor. O yüzden odağı daima olguları anlamaya yönelik tutmak lazım, korkulara ve endişelere değil. Mevzunun alimlik kısmı işte tam olarak bu kısım.

İçimde kıvranıp duran, rutinin ve resmiyetin arasında boğulup duran benliğin ihtiyaçları artık ortada. Saklanma gereği hissetmiyor. Hissettirdikleri de oluyor. Mesela, çarpık eğitim sisteminin, yararsız ve formaliteden oluşturulmuş çarpık derslerine girmek zorunda hissetmiyorum kendimi.

Benim 2 günde çalışıp öğrenebileceğim bir konuyu eğitim sistemi bana 4 ay boyunca veriyor.

Bir anlaşmaya varalım. İstediğim zaman, istediğim kadar ben bu derslere çalışayım, siz de beni sınava tabi tutun sadece. Yeter ki zamanımı almayın.

Ben 16 senedir okul sıralarındayım. 

Bu 16 sene içerisinde yalnızca son 2 sene yaptığım bireysel çalışmalarımın ve okumalarımın beni daha iyi ve daha başarılı bir insan yaptığını söyleyebilirim. 

Okulun okuma yazma öğretmek dışında, sosyallik sağlamak dışında bana bir yararı olmadı.

Diyebilirsiniz; "ya hu, okulun amacı zaten insana kendini eğitebilmesini öğretmektir, sana da öğretmiş, neden okulu bu kadar yararsız görüyorsun". 

Evet, bu yorum maksadı gereğince doğrudur ama bana kendimi eğitebilmeyi de okul öğretmedi.

Allah'ın inayetiyle bir gün bir değişim yaşadım ve bir şeyler öğrenmek zorunda olduğumu fark ettim. Zorunda olduğum şey aşkıma dönüştü. Aşkım işime dönüştü. Dolayısıyla çalıştıkça çalıştım. Hiçbir fayda gütmeden, sadece merak ettiğim için.

Haliyle kendimi eğitebilmeyi de öğrendim. Okulun bir faydası olmadı.

Bunu egosantrik bir tutum olarak anlamayın. Bu beni kusursuz bir insan yapmadı. Halâ kusurlarım var, kendimi yeterli görmüyorum. Kaldı ki kendini eğitebilmeyi öğrenen birinin ilk hissettiği şeydir yetersizlik hissi.

Kendini yeterli görenin azmi kıt olur. Azmi kıt olanın egosu çok olur. Egosu çok olanın ağzında lafı bol olur. Böylece, o kişinin en çok tekrarladıkları, en çok ihtiyaç duydukları olur.

Velhasıl, kusurlarımla birlikte ilk öğrendiğim şey yetersiz oluşumdu. Makrodan mikroya sayısı sonsuz varlığın ortasında bir insanın kendini yeterli görmesi de beklenemezdi zaten.

Yetersizliğimle, kusurlarımla hayat benim okulum oldu.

İçtiğim çayın, gezdiğim sokakların, konuştuğum insanların bile bana öğrettiği çok şey var.

Siz söyleyin. 

Hayat gibi bir okul varken, 4 duvarla kaplı bir okulun formalite derslerine neden ihtiyaç duyayım?

Kim ihtiyaç duyardı ki zaten...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Muhammed Temporal Lob Epilepsi Hastası mıydı?

Mütevazi Bir Cuma Duası

Dilan Polat Bir Vatanseverdir, Neden mi?