Şüpheyle Barışmak

Önceden dini konularla oldukça haşır neşirdim. Akaid ve kelam adını verdikleri ilimle, yani teolojik felsefeyle daha çok ilgilenirdim. Çok fazla gayrimüslimle konuşup, dinleyip, tartıştığım olmuştur.

O zamanlar inancıma kesin gözüyle bakıyordum. Benim için mutlak doğru oydu. Her şeyin cevabını bulabileceğim iddiasındaydım ama yanıldım.

Geldiğim şu noktada halâ müslümanım. Kafasında onlarca soruları olan fakat inanmayı seçen bir müslüman.

Bu sorulardan kaçıyor değilim veya bu sorular beni dinsizliğe sevk edebilecek sorular değil. Cevapsız sorular bunlar. Tüm inançların ve inançsızlık inancının birleştiği nokta burası. Bilinmezlik.

Artık bazı şeyleri bilemeyeceğimi fark ettim. Ah o insanın egosu yok mu... Her şeyi bilebileceğini düşündürür, cevapları bulamadığında "zaten bu inanç yanlıştı" der. Hayır, sorun inancın yanlışlığında değildi. Cevapların olmayışındaydı.

İnsanlar "inanıyorum" dedikleri Tanrı'nın özelliklerine ya vakıf değiller ya da unutuyorlar. Tanrı mutlak ilim sahibidir, insan değil. Böylece insan için her şeyi bilebilmek bir mesele değildir "şeyleri" yaratan dururken.

Zaten her şeyi bilebilsek tanrı biz olurduk ama değiliz. Sınırlı ve içkin olanın, sonsuz ve aşkın olamayacağı açık.

Velhasıl, insan temelde bu soruların cevabını bulamayacağını bilmeli. Yok çünkü. Hangi inanca bakarsanız bakın yok. Tatmin edici hiçbir seçenek yok.

Diyebilirsiniz. Madem insan bilgiye erişimde bile bu kadar aciz ise inandığınız "sınav" kavramı rasyonelliğini kaybetmez mi?

Kaybetmez. Çünkü sınavın amacı tüm cevapları bulanı tespit etmek değildir. Tüm cevapları bulmak üzere yola çıkanı tespit etmektir.

Yani, mesele yol değil yolda olmaktır. Yol boyunca hakiki bilginin sadece kırıntılarını toplar, onlarla büyürsün. Büyüdükçe olgunlaşır, olgunlaştıkça pişersin.

Bu yüzden sorgulayanı, yolda olanı, şüpheye düşeni kınamamalısınız.

Zihne şüphenin kemendi atılmadıkça kimse yola çıkacak değildir. Yola çıkmayan inanmış da değildir.

Gelelim inanç ve bilgi mevzusuna.

Eğer bir masanın üstünde bir anahtar var ise ve onu görüyorsanız  "anahtarın masanın üstünde olduğuna inanıyorum" demezdiniz. "Anahtar masanın üstünde " derdiniz.

Bu temel fark inanmak ve bilmek arasındaki fark gibidir.

Bu yüzden her kitapta bilmek değil inanmak geçer. Bilin demez, eserlerime bakıp iman edin der.

Eğer ortada iman varsa, mutlak bilgi yok demektir. 

Mutlak bilgiye de ulaşamayacağımız barizdir.

Peki, " ben inanmak değil, bilmek istiyorum" diyenlere ne diyebiliriz?

Daha önce dediğim gibi yola çıkmak, yolda olmak önemlidir. Eğer bir varlık masanın üstündeki anahtar gibi karşınız da dursaydı hakikati aramak için yola çıkmaz, bir yolunuz da olmazdı. Mutlak hakikati görenin de akleden bir zihne ihtiyacı kalmazdı.

Tanrı karşınızdaysa, onun dışında ne için akledecek, daha fazla neyi akledebilecektiniz? Cevap vereyim. Hiç.

Geldiğim nokta tam olarak budur. İslamiyet benim hayatımı anlamlandırmam için yeterli bir din. Sorularım var mı var. Fakat bilemeyeceğimin de farkındayım. Bu beni rahatlatıyor ve hayatıma devam edebiliyorum. Sonsuz sürecek bir şüphe ile mücadele etmiyorum, onunla barıştım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Muhammed Temporal Lob Epilepsi Hastası mıydı?

Mütevazi Bir Cuma Duası

Büyükşehir Belediyelerinin Hukuki Statüsü