Aşure - Yezid'lerin Unutuluşu


“Fikir çatışmalarından hakikat çıkar”

Hz. Ali

Metne, Hz. Ali’ye isnat edilen bu söz ile başlamak istedim. Doğruluğu ve güvenilirliği hakkında yorumumu metnin ilerleyen bölümlerine saklamakla beraber yazının daha iyi kavranması için bazı bilgileri de tekrar olarak hatırlatmak gereğini hissediyorum.


Aşure nedir?

  • Hz. Nuh’un aşı olarak bilinir.
  • Hz. Nuh’un, gemisinde kalan erzakların tamamını kazana katıp pişirmesinden ortaya çıktığı rivayet edilir.
  • Buğday, kuru fasulye, nohut, kuru incir, kuru üzüm ve benzeri kuruyemişlerin (toplam 10 farklı çeşit), şekerle kaynatılmasıyla yapılan bir tür tatlıdır.
  • Aşure kelimesi arapça “aşera (10)” kelimesinden türemiştir bu yüzden temelde 10 çeşit malzeme ile yapılan bir tatlıdır.

Aşure Ayı nedir?

Hicri yılın ilk ayı olan Muharrem ayıdır. Geleneğe göre bu ayın 10. Gününde aşure yapılıp dağıtılır.


Yüzyıllardır türlü mezhepler ile bölünmüş olan islam coğrafyası, Sünni ve Şii olarak 2 ana akım halinde günümüze gelmiştir. Bu birbirinden oldukça ayrık olan, her fikre karşı birbirleriyle mücadele içinde olan bu 2 ana akımın üzerinde birleştiği nadir konulardan biri ne hikmetse aşuredir. Sünni, alevi, şii hangi mezhepten olursa olsunlar, bütün müslümanlar aşure ayında aşure yapıp dağıtırlar.

“Tatlı” kısmını bir kenara bırakırsak, bu işin üzülerek belirtmeliyim ki bir de acı kısmı vardır. Bu yüzden hicri Muharrem 10 tarihi islam coğrafyasında sadece bir tatlı dağıtma geleneğinden çok daha fazladır.


Kerbela – Fitnenin Karanlığı

Sebep = Hilâfet
Sonuç = Emevîler kazanmıştır
Miladi= MS 10 Ekim 680 (Hicri Muharrem 10)

Kerbelâ Olayı veya Kerbelâ Savaşı ya da Kerbela katliamı, 10 Ekim 680’de, bugünkü Irak sınırları içindeki Kerbelâ şehrinde, Muhammed’in torunu Hüseyin bin Ali’ye bağlı küçük bir birlik ile Emevi halifesi I. Yezid’in ordusu arasında cereyan etmiştir.

-Wikipedia

Kerbela olayını ayrıntılı incelemek gerektiğini düşünüyorum.

  • Hz. Muhammed’in 632 yılında ölümünün ardından halifelik makamını sırasıyla; Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’ye geçmiştir.
  • Hz. Osman’ın öldürülmesinin ardından halifelik makamına geçen Hz. Ali, Hz. Osman’ın katillerini bulmamakla suçlanmıştır.
  • Hz. Ali ve Muaviye arasında gerçekleşen Sıffin Savaşı’nın ardından Müslüman dünyasında ayrılıklar baş gösterdi.
  • İslam dünyası iki ayrı yönetim tarafından idare edilmeye başlandı. Kûfe, Hz. Ali’nin halifeliğinde, Şam başkent olmak üzere Hz. Muaviye’nin yönetimindeydi.
  • Hz. Ali bir harici tarafından öldürülünce, Hz. Hasan halifeliği Hz. Muaviye’ye bırakmak zorunda kalmıştı. Fakat Muaviye’den sonra halifelik, Hz. Ali’nin diğer oğlu Hz. Hüseyin’e devredilecekti.  
  • Hz. Muaviye öldükten sonra yerine söz verildiği gibi Hz. Hüseyin değil, Muaviye’nin oğlu Yezid geçmiştir. Fakat Yezid’in halifeliğine tepkiler oldukça fazla olmuştur. Çünkü halifenin demokratik yollardan seçilmesi gerekiyordu ve Yezid’in halifeliği ile halifelik makamı saltanat usulüne çevrilmiş oluyordu.
  • Yezid, halifelik makamına geçer geçmez iktidarını ve otoritesini sağlamlaştırmak maksadıyla Medine valisine, kendisine itaat etmeleri konusunda mektup yazmıştı. Diğer taraftan, Kûfe halkı ise Hz. Ali’ye sıkı sıkıya bağlı olduklarından Yezid’in halifeliğini tanımak istemediler. Ayrıca, Emeviler dönemi ile birlikte başkent, Şam’a taşınmıştı ve Kûfe’nin gelirlerinde de gözle görülür azalmalar yaşanmıştı. Tüm bu nedenlerden ötürü Kûfe halkı, Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’e mektup yazarak kendisine bağlılıklarını bildirdiler ve onu Kûfe’ye davet ettiler.
  • Hz. Hüseyin, kendisini Kûfe’de kalabalık bir grubun beklediğini düşündüğünden bu daveti kabul etti ve Kûfe’ye gitti.
  • Yanına ailesini de alarak Kûfe’ye giden Hz. Hüseyin’in ordusu ile Yezid’in ordusu Kerbela’da karşılaştı.
  • Hz. Hüseyin’in ordusunda bulunan 70 adama karşılık, Yezid’in ordusunda 4500 kişi olduğundan bu mücadele, Hz. Hüseyin ve beraberindekilerin ölümüyle sonuçlandı. Hz. Hüseyin’in ailesi esir alındı ve kanlı bir şekilde biten bu olay, tarihe Kerbela Olayı (Katliamı) olarak geçti. 
  • Günümüzde Hz. Hüseyin’in şehit edildiği tarih, Muharrem ayının 10. günü (Aşure Günü)’dür. Bu tarih, Sünni Müslümanlar tarafından sessiz bir şekilde anılırken, Şii ve Alevîler tarafından törenlerle anılmaktadır.

Fitne ateşiyle yanan islam topluluğu böyle bir katliam gününü nasıl bir aşure/tatlı gününe çevirdiği bir merak konusudur. İşte bu yazı da tam da bu konu ile ilgilidir.

Bilindiği üzere asırlardır islam coğrafyalarında hakikat olan din, batıl olan geleneklerle karışmış durumdadır. Örneğin bir kavmin giyimi din diye sunulmakta, bu din değildir bu bir gelenektir denildiğinde ise eleştiren kişi neredeyse mürted ilan edilmektedir. (Bütün gelenekler batıl değildir.) Gelenekler adı üstünde gelen “ek”lerden oluşur, dinin ana kaynağında bulunmayan sonradan kazandırılan edinimlerdir, bu yüzden dini ve onun kaynağı olan biricik Kuran’ı hayatımıza indirerek geleneklerin dışında yaşadığımız coğrafyaya göre, kültürlerimize göre bu dini yaşamalıyız. Zira din bir hakikat yoludur, kavimlerin taklidi değildir.

Dinin geleneğe etkisi şöyle dursun, burada yatan esas büyük problemlerden biri ise dinin siyasallaştırılmasıdır. Buna yakın zamanda da, geçmiş zamanlarda da örneğine sıkça rastlamışızdır, öyle ki güç sahipleri sözün gücü diyerek değil “gücün sözü” diyerek Allah’ın dinini kendi tekellerine almaya kalkışmışlardır ve kendi siyasi kararlarını din diye toplumlarına yutturmuşlardır, dini siyasallaştırma işte tam olarak budur.

Siyasallaşan dinin en büyük örneklerinden biri ise bana göre Yezid’in katliamı ve hukuksuzluğu örtbas etmek için düzenlediği aşure geleneğini din diye yutturmasıdır. Yardımlaşma, tatlı dağıtma, cömertlik gibi kisveler adı altında iyiliğe bürünmüş bir kötülüktür aslında bu.

Tabi bu yutturma sadece gelenek vesilesiyle değil, sözde nakil yoluyla da mümkün olmuştur. Bunu açıklamanın en iyi yollarından biri ise fıkıhçıların islama yükledikleri yüklerden de bahsetmektir.


Günümüzde dini konularda yaşanan bütün suistimallerin ve sorunların büyük bir çoğunluğu ilmihal/fıkıh islamcılığından kaynaklanır. Öyleki bu din anlatımı hadis uydurmacılığını da geçmiştir. Biraz ayetlerden, biraz hadislerden, biraz otorite saydıkları kişilerden aldıkları görüşleri din diye fıkıh kitaplarına koyup islamın sırtına boca etmişlerdir. Ayetlerden aldıkları görüşlerde elbette ki bir sorun yoktur lakin kendi iman ettiklerini söyledikleri kitabı yetersiz gören bir kitlenin ayete bakış açıları nasıldır yorumunuza bırakıyorum.

X alim söyledi at islamın sırtına, Y alim söyledi at islamın sırtına… İnsanlar olarak özellikle kendilerini dinci ya da dindar sayan insanlar olarak islama yük oldular, islamı yordular. Kendi görüşlerini din diye yutturdular. Öyle bir hal ki; İbrahim’in kurbanına talip olan insan, baltasına talip olamadı. Şirk bataklığına mahzun edildi.


Gelelim aşure günü için anlatılan hikayelere…

Aşure günü veya aşure için anlatılan hadisler (!) bir kenara dursun biz bu işin fıkıh boyutuna bakalım.

Fıkıhçı Ebu’l-leys Semerandî’ye göre, Aşûre isminin hikmeti olarak, o günde Cenâb-ı Hakk’ın on peygamberine on değişik ikram ve ihsanı vardır. Ona göre: 

1. Hz. Âdem’in (as) tevbesi Aşûre Günü kabul edilmiştir. 

2. Hz. Nuh (as) gemisini Cûdi Dağının üzerine Aşûre Günü demirlemiştir. 

3. Hz. İbrahim ateşten o gün kurtulmuştur. 

4. Hz. Yakub’un (as), oğlu Hz.Yusuf’un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır. 

5. Hz. Yunus (as) balığın karnından Aşûre Günü kurtulmuştur. 

6. Hz. Eyyûb (as) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur. 

7. Hz. Yusuf, kardeşleri tarafından atıldığı kuyudan Aşûre Günü çıkarılmıştır. 

8. Allah, Hz. Musa’ya (as) Aşûre Gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür. 

9. Hz. Davud’un (as) tevbesi o gün kabul edilmiştir. 

10. Hz. İsa (as) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir. 

Görüldüğü gibi 10 çeşit içerikle yapılan, ismi Muharrem ayının 10. Ayından gelen “Aşure”ye bir de 10 tane dini olay eklenmiştir.

Dışarıdan bakıldığında “bu ne mübarek bir günmüş” dedirten bir durum olsa da bu olayların bugün olduğuna dair Kuranda en ufak bir kanıt yoktur ve hicri takvim konusunu incelersek bu olayların tarihinin Muharrem 10 olarak belirlenmesinin de yalnızca bir uydurma olduğunu görürüz.


Hicri Takvim

Hicrî takvim= Müslüman takvimi ya da İslâmî takvim, 1 yılı 354 ya da 355 gün olan ve 12 kameri aydan oluşan, Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretini başlangıç yılı kabul eden ve Ay’ın Dünya çevresinde dolanımını esas alan bir takvim sistemidir.

Hicretin, hicri takvimin başlangıcı olarak kabul edilmesi, Hz. Ömer devrinde olmuştur. Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiği yıl (Miladi 622), İslâmî takvimin başlangıç yılı (Hicri 1) olarak, Muharrem ayı da bu takvimin ilk ayı olarak kabul edildi.

Hz. Ömer döneminde düzenlenen bu takvime göre aşure gününde olduğu söylenen bu olaylar hangi bilgiye göre bu güne isnat edildi? Bu takvimden önce herhangi bir takvim kullanılıyor muydu? Kullanılmıyorsa yine hangi bilgiye göre bu olayların aynı gün olduğu ve o günün de Muharrem ayının 10. Günü olduğuna karar kılındı?

Bu sorunun cevabı;

Evet! Hicri takvimden önce bir takvim vardı ve adı “Muhammedi takvim”di.


Muhammedi Takvim

Bu takvimdeki aylar, o ay içinde önemli sayılan olaylara göre adlandırılmıştı.

Muhammedî aylar sırasıyla şöyledir:

Nûr, Kudüs, Kerrâr, Zehra, İsrâ, Kadisiye, Ramazan, Nasr, Biât, Hac, Hicret ve Fütûh.

İşin ilginç tarafı da budur yaşanan olaylara göre düzenlenen bir takvimde dahi aşure ve aşure günü olan olaylarla alakalı en ufak bir bilgi verilmemiştir. Oysaki fıkıhçılara göre oldukça mübarek bir ay sayılan bu ayın atlanmaması gerektiği kanaatindeyim ve bunun muhammedi takvimde atlanmış oluşu bu olayların bu tarihte olduğuna dair bilginin sadece bir uydurma olduğunun apaçık bir resmidir.


Sonuç

Bu metinde;

  • “Aşure bizim kırmızı çizgimizdir” diyenler için belirtmek isterim ki, aşureye karşı bir düşmanlığım bulunmamaktadır, zira oldukça güzel bir tatlıdır, yenmeli ve isteyen istediği zaman istediğine dağıtmalıdır.
  • Yapılan katliamın üstünü örtmek amacıyla bu günün siyasallaşmış bir dinin ürünü olarak ortaya çıktığı savunulmuştur.
  • Hz. Ali’ye isnat edilen sözün bir hakikate birinin “a”, diğerinin “b” demek olmadığı, böyle bir şeyin hakikatten uzaklaştırıp ortaya fitne çıkardığı gösterilmiştir. Bu yüzden bu söz varsa bile farklı anlaşılmalıdır. (Rasyonel yollar kullanılan modern tartışma kültürü vb)
  • Bölünmüşlüğün hakikatte değil de batılda nasıl yer edindiği ve bölünenleri birleştirdiği gösterildi (tabi bu batılın iyi olduğu anlamına gelmemektedir).
  • Demokratik yolları bırakıp islam coğrafyasına saltanatı getiren ve dini siyasallaştıran kişinin suçunu meşrulaştırmak için nasıl bir algı yönetimine başvurduğuna değinilmiştir.
  • Geleneksel, fıkıh otoriteli din algısı eleştirildi.
  • Uydurma sözleri Hikayeleştirme ile insanları uyutan dincilik algısı eleştirildi.

Ek olarak;

“Aşure dağıtarak da kerbelayı anıyoruz” diyenlerin, aşure konusunda her şeyi bilipte kerbelaya gelince hiçbir şey bilmeyenleri göz ardı etmemeleri gerekir. Aşureyi sadece “Nuh’un aşı” olarak nitelendirip Hz. Nuh ile ilişkilendirenlerin, tatlılarını dağıttıkları yine aynı gün yaşanan siyasallaşmış dinin sonucu olan ve sözün gücünü değil de gücün sözünü kullananların sebep olduğu Kerbela Olayını görmezden gelmeleri toplum olarak adalete, hakka ve hukuka ne kadar değer verdiğimizin (!) , zalime zalim demek konusunda ne kadar hassas olduğumuzun (!), dini siyasallaştırmaya çalışanlara ne kadar tepki gösterdiğimizin (!) açık bir göstergesidir.

Görmezden geldikleriniz cellatlarınızdır! Görün, bilin, hissedin ve unutmayın!


Yalan üzerine birleşmenin olmadığı, yezidlerin unutulmadığı, “devletin imanı adalettir” sözüne layık günlere ulaşmak dileğimle…

Çağatay Çağlayan

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Muhammed Temporal Lob Epilepsi Hastası mıydı?

Mütevazi Bir Cuma Duası

Dilan Polat Bir Vatanseverdir, Neden mi?