Seküler Bilim
Bilim Nedir?
1. evrenin, evrendeki olguların ve olayların bir bölümünü ele alıp birtakım yöntem ve deney yolları kullanarak ve gerçeğe, gerçekliğe dayanarak birtakım yasalara ulaşan bilgi yolu, düzenli ve tutarlı bilgi.
2. yöntemle elde edilen ve uygulamayla doğrulanan, her zaman ve her yerde geçerlik ve kesinlik nitelikleri taşıyan yöntemli ve dizgesel bilgi.
Vikipedi
3. Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkarak belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci.
Sekülerizm veya sekülarizm; toplumda ahiretten ve diğer dinî, ruhanî meselelerden ziyade dünya hayatına odaklanılması yönündeki harekettir. TDK, sekülerizm kavramına karşılık olarak dünyacılık sözcüğünü önermiştir.
Vikipedi
Seküler Bilim
Bilimin revaçta olmaya başladığı yüzyıllardan bu yana özellikle bilimsel gelişmelerin ciddi bir ivme kazandığı yadsınamaz. Hayal olanlar gerçek oluyor, geçmişte imkansız olarak görülen çoğu şey gitgide olasılıklar kazanıyor. Bilimin bu karşı konulamaz gücünün karşısında yeniliğe ve değişime kapalı olan muhafazakarlar bilime düşman olmakta, laik ve modern olarak kendilerini adlandıran seküler kitle ise bilimi yanlışlanabilir ilkesine rağmen mutlak gerçek olarak görmekte veya ilahlaştırmakta. Tabiatta her şeyin olduğu gibi inançların da, bilimin de suistimali bolca yapılmaktadır. Öyle ki siyasetçiler televizyonda bilimin popülerliğini kullanıp “bilimin karşısında boynumuz kıldan incedir” deyip, sürekli alkışlayan ama iş üretmeye gelince kılını bile kıpırdatmayan takipçilerinin bilim açlığını ateşli bir şekilde söndürmektedir (zaten bütün suistimalden doğacak rantı ilk önce siyasetçiler devşirir).
Bilimin suistimali şöyle dursun ben bu metinde inançlı insanlara balyoz gibi indirilen, bilim ve inancın çelişkili olduğunu söyleyen ve bu yanılsamayı zihinlere dikte eden, son derece dogma olan seküler bilim kavramını inceleyeceğim.
Seküler bilim taraftarları (seküler olduklarını kabul etmezler) her koşulda bilimde inanç yoktur, inanç sadece dini konularda vardır, burada sadece gözlemleyebildiğimiz gerçekler vardır derler. Haklılar da… Olması gereken de o’dur. Bilimin rolü olgular üzerinde neden-sonuç ilişkisini yorumlamak, bir olgunun ‘Nasıl’ını raporlamaktır ama zihninin kuyularına düşen her insan gibi bilim insanları da çıkmaza düştüklerinde bir konuyu yorumlamaktan geri durmazlar. Yorumlamalılar da! Fakat subjektifliğin başladığı yerde bilim de biter. Bilim herkes tarafından kabul edilmesi gereken objektif yanıtlar vermeli (2+2=4’tür misali gibi). Dolayısıyla, burada eleştireceğim nokta insanların bir olguyu yorumlaması değil, subjektif yorumlarını objektif bir gerçek gibi insanlara dikte etmesidir. İşte biz buna seküler bilim diyoruz. Her ne kadar inancın reddiyle gözlemlenebilir gerçeklere odaklansalar da, seküler bakışları onları gözlemleyemedikleri olguları yani “varlığın neden”ini tesadüf ve rastgelelik gibi kavramlarla açıklamaya zorlar. Bunu daha iyi anlamanız için şöyle bir örneği vermek de fayda var.
Beyinde hafıza nerededir bilinmez, hücreler birbirine nasıl bağlanır bilinmez. Beynin maddeleri; 1 litre su, 160 gr yağ, 110 gr protein, 15 gr şeker, 10 gr tuzdur. Beynin içinde bunların dışında başka hiçbir şey yoktur ama ne evde ne de laboratuvarda malzemesi açık ve net bilinmesine rağmen malzemeleri karıştırıp bir beyin haline getirilemeyeceği ortadadır. Çünkü her zaman bir eksik vardır ve bu eksiğin adı da canlılıktır. Bu bilinmezler insan zihninde bir gedik açar ve gedikleri inançlar doldurur. Kimisi bu gediğe Allah der, kimisi Zeus der, kimisi ise Rastgelelik der ama adı, her ne kadar (seküler) bilimin gerçek olarak kabul edeceği gibi “rastgelelik” bile olsa bu açıktır ki bir inançtır. İşte bilimin sekülerleşmesi bununla ilgilidir, inançla örülmüş olmasına rağmen inançsızlaştırmaya uğramış bir kavram…
Şunu da eklemek gerekir ki, Akıllı insanların takdir edeceği gibi gedikleri kapatmaya çalışıp varlık nedenini açıklamaya çalışan bu kavramlar bile varlığın nedenini açıklamayacak, işi yapan “kim” sorusunu sormaya engel olamayacaktır. Bu yüzden bu yorumlar Subjektif oldukları kadar mantıksızlardır da…
Bununla birlikte bilim kavramının temelde inanç ile ilişkisinin nasıl olduğuna bakmayı yararlı görüyorum, zira bu içinde bulundukları çelişkiyi daha iyi açıklayacaktır.
Temelde bilimin yapılma amacı ve mantığı; evrende bir düzen olduğuna dair inanca dayanır. Yani, bilimin aslında ortaya çıkışı da bir inançtır. “Evrende bir düzen var ve biz o düzeni bulacağız!” inancı… Çünkü bir kavramın araştırılabilmesi o şeyin anlaşılabilir olduğu ön kabulüne dayanır. Anlaşılamayan hiçbir şey araştırılabilir değildir, ortaya çıkarılacak hiçbir formüle sahip değildir. İlk bilginler, örneğin Rönesans sonrası ilk bilginler, Kilise Papazlarıydı. Bilim ilk önce kiliselerde başladı. Peki, bilim neden subjektif yorumlarını zihinlere dayatacak kadar sekülerize oldu?
Dini inancı kurumsallaştırıp devletleştiren,yani siyasileştiren ruhban sınıfı “Dünya ve Evren Benim Dediğim Şekildedir!” Dedi ve aforozlar, bitmek bilmeyen kavgalar başladı (Galileo ve Darwin gibi isimler bu sorunun yegâne kurbanlarındandır). Böylece batı dünyası bir karar verip kiliseyi Vatikan’a hapsedip laik olmayı, kendi yolunu bulmayı tercih etti ve inanca saldırılar da başladı. Richard Dawkins bugün bunların sancağının en önde tutanlarındandır. Peki, niye bu kavgalar söz konusudur?
İnancın hayatın anlamını vermesi güzeldir ama hayatı tanzim etmeye yönelik sonuçlara dönüştü mü insanları darlar. Binlerce yıldır inançlar bizim hem nefes kaynağımız hem cehennemimiz olmuştur. Çünkü bir insanın kafasında o ilahi sistem dogmatik bir modele dönüştürüldüğü zaman bu ister dini ister bilimsel model olsun, insanın boğazına çöker ve “bunu böyle yapacaksın, böyle düşüneceksin” der. Seküler bilim de inançlar gibi işte tam olarak bunu yapmaktadır. Oysa ki temel ayrım çok basittir; inançlar boşlukları gayet makul şekillerde doldurarak varlıkların nedenini açıklar, bilim ise neden-sonuç ilişkileriyle, çeşitli yöntemlerle bize objektif yorumlar verir ve varlığın nasılını açıklar. Ne yazık ki günümüzde bu öyle bir hâl almıştır ki her insan bir sırat köprüsünün üzerinde sallanmaya terkedilmiştir. İnsanları muhafazakar tarafa düşüp bilimi reddetmesi ya da seküler bilimcilerin olduğu tarafa düşüp “Allah, kitap hepsi yalan” sadece bilime inanırız demeleri beklenmektedir. Fakat bu ilk başta, daha öncede gösterdiğim gibi kavramsal olarak bir yanlıştır. Böyle bir bakışa hiç gerek yoktur. Bir insan inancın verdiği güvenle, rahatlıkla bilim yapabilir fakat bunu sağlamak için öncelikle sekülarizmden kurtulmak gerekir. Peki, (Seküler) Bilim ve bilim insanları bundan kurtulmamız için ne yapmalı? Bu sorunun cevabı ise şudur;
- Zihinde oluşan gediklere konu gelince susmalı!
- Bilim eğer bir olayın ya da olgunun sürecini veya tarifini gördükten sonra onu açıklamaya (başlangıcını -rastgelelik-) çalışıyorsa, bu konuda amacının dışına çıkıyor demektir. Bilim neden-sonuç ilişkilerinin raporlanmasıyla kalmalı, yanlışlanabilirlik ilkesi gereğince eğer bir şey yanlışsa “bu yanlışmış” demeli ve bunu ilan etmeli.
- Tabi, bu demek değildir ki her insan olguların tarifini “Nasıl’ını” öğrendikten sonra onu açıklamayı, yorumlamayı bıraksın.
- Esas nokta şudur, şunu açıkça diyebilmektir: “Biz bu fact’i yani olguyu ‘nasılını’ gördük, bu hepimiz için objektiftir ama bundan sonrasına yapılan yorumlar (neden’e dair cevaplar) asla objektif değildir” Bunu dedikten sonra bilimin sadece gözlem olduğu ve gözlemlerin anlatılmasına dayandığı daha iyi anlaşılacaktır.
- Böylece günümüzde Seküler Bilim dediğimiz, Bilim’i kullanarak ‘rastgelelik’ gibi bir inancı dogmatik bir şekilde zihinlere boca eden, zihni materyalizme ve natüralizme kurban eden bu süreç mutlaka sonlanacaktır.
Dipnot: bu metinde savunduğum şey “insanların zihninde oluşan gedikleri Tanrı ile dolduralım” fikri değil, “bırakalım insanlar subjektif yorumları dinleyip, kendileri, kendilerine göre gediklerini doldursunlar”dır.
Çağatay Çağlayan
Yorumlar
Yorum Gönder