Mutluluk Üzerine: Sosyal Medya Lümpenleri

Sosyal medyada genelde düşüncelerimi paylaşmayı daha değerli buluyorum. Öyle itibar edilen görüşler sunan Sokrates falan olduğumdan da değil. Zaten her fikir destekçi bulabildiği gibi muhalifini de bulur. Lakin mesele o değil. Mesele anlaşılmak istiyor olmam.

Her insan gibi ben de kendi zihnimdeki ütopyada yaşıyorum. Bu ütopyaya uymayan tüm çarpıklıkların sancısını ise konuşarak, paylasarak azaltma yoluna gidiyor(d)um. Sonradan fikirlerimi de kendime saklamaya başladım. Zira herkesin yaşamı zor.

İnsanlar bir de para verdikleri şu internete girdiklerinde benim leblebi kafalı kılıçdarın adaylığı ile ilgili görüşlerimi bilseler ne bilmeseler ne. Bir story atarsın, 3 kisi itibar eder 5 kisi itibar eder. Geri kalanı için sadece zaman kaybısın. 

Dediğim gibi insanların hayati zaten zor. Bir de telefona her girdiklerinde siyasi, felsefi konularin insanların karşısına çıkmasına gerek yok. Gezilen görülen yerlerin fotoğrafları, bir iki bebek videoları, müzik paylaşımları...

Sosyal medyada bunların paylaşılması, en azından sosyal medyada hayati daha katlanabilir hale getiriyor. Bunu anladığımdan beri sosyal medyada fikirlerimle oldukça nadir bulunuyorum. Fakat burada başka bir sorun var.

Bu fikir bende hasıl olduktan sonra sosyal medya kullanımım da ciddi oranda azaldı. Zira günlük hayatımda yaptığım seyleri insanlarla paylaşabilecek kadar değerli görmüyorum. Belki de paylaşmayacak kadar aşırı değer veriyorumdur. Bunda emin değilim.

Kendim sosyal medya kullanmadığım gibi bu sefer başkalarınin paylaşımları da aşırı irite edici görünmeye başladı. Ayten ablanın eltisiyle kahvesini neden görüyorum? Banu'nun sevgilisiyle yatak odasında çektiği görüntülerin benim telefonumda işi ne?

Günlük yaşamında streslerini, üzüntülerini gördüğüm bunca insan neden bu kadar mutlu? Neden birbirinin ardından en ağır ithamlarda bulunduğunu bildiğim insanlar aynı kare içerisindeler? Bunlar ve daha bir çok soru kafamı kemirmeye başladı. 

Sosyal medyada gördüğüm şeyler beni açmadığı gibi irite etmeye başladı. Sosyal medya sayesinde herkes kendi zihnindeki ütopyaları instagram profillerine aktardı. Adeta sosyal medya bu insanlara kendi kurgusal dünyalarını yaratma izni verdi.

Tabi bu başka bir sorunu da beraberinde getirdi. Kurgusal dünyalarına uygun olarak, profillerinde bir şeyler paylaşmak zorunda kaldılar. Buse canı kahve istememesine rağmen Starbucks'a girip üstünde adının yazdığı bir kahve aldı. Sonra bunu "happy friday" diye paylaştı.

Burcu ise muhtemelen parasızlık sonucu evde oturmak zorunda kaldı. Fakat o da bir şeyler paylaşmak zorunda hissetti. Ya arşivlerine dalarak üstünde adınin yazdığı eski bir hikayeyi tekrardan paylaştı ya da sosyal medyada aynı adi taşıyan bir kahve bardağını bulup paylaştı.

Hiçbiri neden bunları yapma ihtiyacı hissettiği üzerine düşünmedi. Kendi kurgusal dünyalarında bir kahve bardağının neden bir önem arz ettiğini kimse sorgulamadı. Daha çok gösteriş, daha çok harcama, daha çok tüketim...

Öte yandan zaten ağır olan gelenekler daha da ağırlaştı. Nikah yetmedi, kına yetmedi, düğün yetmedi. After party'ler geldi, veda partileri geldi, abuk sabuk duvar süsleri geldi, organizasyon şirketleri geldi... 

Kimse bir gelinin neden insanların omuzlarında bir taht üzerinde sahneye geldiğini sorgulamadı. Kimse neden bu kadar para harcandığını sorgulamadı. Story'ler atıldı, sevgi sözleri canımlar cicimler yazıldı, eve dönerken "aslında makyajı berbat olmuştu" dedikoduları yapildi.

Tüm bu süreç bana doğru gelmiyor. Düşünen bir insan için bu süreç bir azaptan başka bir şey değil. Sosyal medyayi gezdikçe yaşantım sıkıcı hale geliyor. Sosyal medyadan koptuğumda vaktime vakit ekliyorum, yaptığım her işten bir tat alıyorum.

Her şeyden önce, sosyal medya lümpenleri gibi tüketmek değil üretmek istiyorum. Tüketmek için değil üretmek için harcamak istiyorum. Dertlerim, insanların hayatlarına olan ilgim ve bilgimle aynı oranda azaldı.

Yaş ilerledikçe sosyal medyadan daha fazla uzaklaşıyorum. Uzaklaştıkça büyüyorum, büyüdükçe olgunlaşıyorum. Ama bir de yaşlandıkça, sosyal medyada küçüldükçe küçülmeye çalışanlar var.

Memnuniyetsizlikleri aynı oranda artıyor, hiçbir şey onlara tatmin edici gelmiyor. Övgü, like, bolca yorum dışında hiçbir şey onları tatmin etmiyor. Onların zihninde gösterişçilik adeta harese dikeni gibi. Ne kadar çok gösterirlerse o kadar çok mutluluklarıni kaybediyorlar.

Doyuyorlar ama lezzet alamıyorlar. Harcıyorlar, tüketiyorlar ve kendi kurgusal dünyalarını diğer lümpen ordusunun kurgusal dünyalarıyla yarıştırıyorlar. Bitmek bilmeyen mutluluk pozları ve objektifler kapanınca alabildiğine mutsuzluk.

Bu kitlesel uykudan uyanmanın, kitlesel harese dikeninden kurtulmanın tek bir yolu var. Sosyal medya ve gösterişçilik putunu yıkmak. Modern insan, günümüzün bu putlarını yıkabildiğinde kelimenin tam anlamıyla modernliğe ulaşabilir. 

Avam sınıfına kendini beğendirerek değil, kendini beğenerek, yaşamı severek kalıcı mutluluğu bulabilir. Hiçbir köle mutlu olamaz. Bir köle mutluluğu her yerde arasa da bulamaz. Putu olan, köledir. Köle ise müteessirdir. Ne zaman putlar yıkılır, o zaman hayat, kulun hayrına esirdir.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Muhammed Temporal Lob Epilepsi Hastası mıydı?

Mütevazi Bir Cuma Duası

Dilan Polat Bir Vatanseverdir, Neden mi?