AYASOFYA: Kemalizm, Kapitalizm, Araplaşmak


Selam okuyucu! Yine gündemin ekmeğini yiyeceğim bir yazıyla karşındayım. Zira çözmemiz gereken onlarca sorun varken, ekonomik olarak darboğazdayken (kaldı ki bu konu bunu da ilgilendiriyor) biz +9839388572910 camimize bir yenisini daha ekledik tartışılan bir statü değişikliği ile birlikte. Öncelikle şunu söylemeliyim benim pek bir ideolojim kimliğim yoktur (mütevazilik yapmayayım şimdi, aslında hiç yok), sadece üstümde yansıtabildiğim kadar müslüman kimliğini taşımaktayım. Bu yüzden eleştirilerimde herhangi bir tarafı gözetmeden, doğru o an ne gözüküyorsa ona göre eleştiriyorum. Bazen ayarı kaçırıp kendimi bile eleştirdiğim çok oluyor ama içimi dökmenin şu an sırası değil. Eleştirmek için de eleştirmiyorum bu arada. Her şeye asi olayım, cool görüneyim, aydın sanılayım, dikkat çekeyim, linçten besleneyim diye bir kaygım yok çok şükür. Tek amacım radikalleştirilip, köreltilen ideolojik kafaları bir nebze olsun açabilmek. Tabi benim görüşlerim mutlaka kafa açar gibi bir iddiam da yok. Ben, senin aynı zamanda beni de eleştirebilmeni, benim görüşlerimi de sorgulayabilmeni istiyorum sevgili okuyucu. Ek olarak, üslubumdan anlamışsındır bu yüzden şimdiden cevap vereyim. Bu yazıyı neden gayri-resmi biçimde yazmak istediğimden emin değilim ama bir şeyler söylemek istediğimden eminim. Neyse kendimle ilgili girizgâhı kısa kesip yazı ile ilgili girizgâha devam edeyim en iyisi. 

Giriş

Metne başlamadan önce yoğun bir eleştiri içereceğini söylemeliyim. Söz konusu eleştiri ve fikirler eğer sana uymazsa öncelikle aşağıya bırakacağım tartışma cetveline bakarak bana karşılık vermeni istiyorum. Zira bunu yaparak kendi tartışmacı seviyeni kendin belirlemiş olacaksın.


Zamanında iyi ki bu cetveli yayınlamışım. Kendimi bu yazıyı yazarken güvende hissediyorum. Bu arada halâ konuya başlayamadığımın da farkındayım.

Asıl Giriş
Malûmun üzere, Ayasofya 500' lü yıllarda o zamanın Doğu Roma'sında bir katedral olarak inşa edilmişti. Mimari anlamda bana kalırsa Ayasofya'ya misilleme olarak yapılan Sultanahmet Camii'nden ve daha nice yapıdan daha başarılıdır (doğrusu Sultanahmet Cami bir Selimiye veya Fatih Cami bile etmez benim için, orası ayrı). Böylesine önemli bir mimarinin bir yandan da siyasi anlamda çok önemli olduğunu zaten biliyorsundur. Bizans'ın merkezi sonuçta... Bu önemli yapının bu kadar gündem olmasına da şaşırmalı, çünkü geçmişten bugüne bu yapının ne olacağına kimse karar verememiş anlaşılan.

Sadece bu bilgilere bakarak bile Ayasofya'nın önemi anlaşılabilir.
Başlık ekle


Bu önemli yapı bildiğiniz gibi Türkiye siyasetinde tartışılan konulardan biriydi. Muhalefet hükümeti muhafazakar tabana karşı küçük düşürmek adına bir önerge verip "hadi yiyosa cami yapın" demeye getirmişti ve bu önergeyi reddeden hükümet ise bu durumun zorluğunun farkındaydı. Tabi, muhalefet durur mu... Bizim meşhur "Dark" izleyicisi muhalefet liderimiz TV'ye çıkıp "Erdoğan bunu ibadete açamaz!" demişti. Sonuç olarak Erdoğan (kararı yanlış buluyor olsam da) güçlü bir siyasi irade göstererek Ayasofya'yı ibadete açtı ve muhalefet ters köşe oldu, bakmayın öyle tebrik etmelerine. (Bu olayın Türk siyasetine olası sonuçlarını yazının ilerleyen kısımlarında değineceğim.) 
Her durumda Atatürk'ü kullanmayı bilen ve oy devşiren Muhalefet, Ayasofya'yı müzeye çeviren Mustafa Kemal'e rağmen neden bu önergeyi verdi dersiniz? Hani Atatürk'ün ilkelerinden ve koyduğu yasalardan vazgeçmeyecektiniz, nasıl oldu da dini duygularınız birden depreşiverdi diye sormazlar mı adama? Bu durum, muhalefetin bu konuyu "zaten yapamaz rezil olurlar yaa" diyip hükümeti köşeye sıkıştırmak için attığı bir adım olarak görmemi kolaylaştırıyor. (Konu oy olunca Atatürk'ü hemen nasıl da unuttular ama... İşte Türk siyaseti...)
Sonuç olarak tekrar etmek gerekirse Erdoğan muhalefetin de gazına gelerek ve siyasi irade göstererek Ayasofya'yı ibadete açtı. 

Konuyu ayrıntılı olarak incelemeden, bütün bunlar gerçekleşmeden önce benim bu duruma bakışım neymiş ve neler demişim onu incelemekte fayda var.
Bu 2 görüntü benim bu konuya ilişkin düşüncelerimi hemen hemen ifade ediyor aslında, fakat üstüne söylemek istediğim daha bir ton şey var. Bu iki görüntü ile binanın temelini attık varsayalım ve binayı dikmeye başlayalım.

1-) Ayasofya Meselesine Kapitalist Bakış
Beni bilen bilir. Sosyalizmin, komünizmin yanından bile geçmem. Serbest piyasa kurallarına inanan, özgürlüğe düşkün ama gerektiğinde devlet düzenlemelerinin piyasanın vahşiliğini önlemesi gerektiğini düşünen biriyim (tabi söz konusu düzenlemeler özgürlük kısıtlamasına dönüşmemeli). Peki, hem serbest piyasa kurallarına hem de devletin regüle etme gücüne inanmak bir tezat değil mi diye de sorabilirsin. El-cevab, Liberalim ama o kadar da liberal biri değilim. Ben serbest piyasanın rekabet gücüne inanıyorum ama piyasanın (Kuran-i bir deyim ile) çokluk yarışının bir vahşilik doğuracağını da düşünüyorum. Dünya üzerinde hiçbir devlet tamamen liberal olamaz (Covid yaygarasında bunu net bir şekilde gördük). Sen bu görüşüme sosyal demokratlık vasfı da takabilirsin. Canın sağolsun, o da iyidir.
Ekonomik sistemlere dair kendi görüşümü önceden söyledim ki birazdan söyleyeceğim şeyleri neden söylüyorum daha iyi anlayabilirsin. Şimdi konuya dönelim.
Kapitalist biri ne yapardı?
Türkiye, sanılanın aksine hristiyanlar için çok fazla önemli bir coğrafyaya sahiptir. Adeta hıristiyanlığın yayılımının Türkiye'den olduğu söylenebilir. Mersinli Pavlus, Bizans (Ayasofya), İznik konsili, Sümela Manastırı... ve daha bir çok konuda Hristiyanlık Türkiye'yi yakından ilgilendirir. Bu Türkiye'nin Hıristiyanlar için bir inanç turizmi cenneti haline gelebileceğinin bir göstergesidir. Suudiler hac ve umre yoluyla milyarlarca dolar kazanıp, bir de üstüne bu dindar paralarıyla Yemen'deki çocuklara bomba yağdırıyor. Bu gerçek her ne kadar içler acısı olsa da öyle görünüyor ki inanç turizminin ekonomiye olacak katkısı tahmin edilemeyecek kadar fazla olurdu. Türkiye için adeta bir cansuyu... "Açık konuş" dediğini duyar gibiyim.
Ayasofya Kilise Olsa Ne Olurdu?
Ayasofya'nın kilise olduğu ve hıristiyanlık ile ilgili olan Türkiye'deki tüm kutsal görülen yerlerin bir dini-tarihi tur ile bağlantılı olduğu bir ortam düşünün. Bir hıristiyan turistin İstanbul/ Ayasofya'dan başlayıp Trabzon/Sümela'dan devam edip Mersin'de bitirdiği bir rota düşünün. Bu, söz konusu hristiyan için bir temsili hac görevi görmektedir ve her sene bu hacıların bu rotada ülkeye bırakacağı dövizi düşününce bunun son derece kârlı bir iş olacağı açık (dünyada hıristiyan nüfus, müslüman nüfustan fazladır).
Tabi bu sadece kapitalist bir düşünce. Bir müslümanın bir camiyi nasıl para için kiliseye dönüştürmeyi teklif ettiğini sorgular gibisin. Ben bu konuda "orası zaten kiliseydi lan" diyerek kendimi rahatlatıyorum, sana da tavsiye ederim. Ayrıca şunu da eklemeliyim, bu teklif oldukça yüzeysel bir bakışa sahiptir. Hırıstiyan'ların dinlerine ne kadar sahip çıktığı (!) ortada iken Ayasofya'yı boş yere kiliseye dönüştürmüş olabiliriz (Avrupa'da kimsenin gitmediği kiliselerin tek tek satıldığını da söylemek isterim). Seküler yabancıların hac için buraya gelmesi pek mümkün değildir ama en azından tarihi bir gezi olarak mutlaka geleceklerdir. Dolayısıyla, bu teklifin fizibilite (yapılabilirlik) çalışmasının, maliyet-fayda analizinin detaylıca yapılması gerekmektedir. Bunun dışında hem tarihçi hem de siyaset bilimci kişilerle bu kararın gelecekte hangi sonuçlar doğurabileceğini de ayrıca konuşmak gerekir. "Eşeğini sağlam kazığa bağlamak..."

Kapitalizmin bu pragmatik sularından kendimizi kurtardığımıza göre, şimdi meselenin siyasi ve tarihi boyutuna inebiliriz. Öyle çok ahım şahım tarihi bilgiler de bekleme. Anakronizmden ve ideolojik bakıştan uzak durarak söz konusu olaylara kendi yorumumu ekleyip yeni bakışlar kazandırma peşindeyim. O halde meseleye her şeyi başlatan Büyük Entelektüel Fatih Sultan Mehmet ile başlayabiliriz.

2) Fatih Sultan Mehmet'in Ayasofya'yı Cami'leştirmesi

Bu süreci değerlendirmek için iki konuyu irdeleyeceğim. Birincisi popüler kültürün dezenformasyonuna gark olan fetih-işgal kavramı, bir diğeri ise Kılıç Hakkı kavramı.
İlk olarak Fetih ve İşgal aynı şey midir diye sorabilirsin.  Ortaokulda sana anlatılan "Bizler önce gönülleri kazandık, sonra fethettik" safsatalarını önce unut bakalım, zira bunun gerçekliğinden emin olamayız. Sonuçta, Fransızlar da biz sömürgeciyiz demiyor veya Amerikalılar da biz işgalciyiz demiyor. Demokrasi getirdik diyor (yersen). Cevaba dönecek olursak yanıtım "tarafların bakışına göre değişir" olacaktır. Buna göre söylenebilir ki, kaybeden taraf için bu işgal, kazanan taraf için fetihtir. Başka bir anlamda da ele geçirilen toprağın yerlilerinin ele geçirene karşı olan rızasına göre değişir bu kavram (sıkıyorsa rıza göstermesinler).

Bir diğer noktada ise Muhtemelen Selçuklu kültüründen veya Türk boylarından Osmanlı'ya geçen bir kavram var. Kılıç Hakkı... Buna göre bir yerleşke teslim olursa (zorlamayla), o yerleşkede fetheden hiçkimse halkın yaşayışı ve malları ile alâkalı herhangi bir değişiklikte bulunamaz. Eğer yerleşkede Osmanlı ordusu bir direnişle karşılaşırsa ve kazanırsa buna tam olarak Kılıç Hakkı deniyor, dolayısıyla imparatorun söz konusu yerleşkede istediği kararı verme yetkisi bulunuyor. 
Bütün bu verilen bilgilere göre Ayasofya'nın bir kılıç hakkı olduğu ve Fatih'in istediği gibi kullanma hakkı olduğu vurgulanabilir. Bu konu anlaşıldığına göre Fatih Sultan Mehmet'in bu kararını neden verdiğine dair sorgulamaya geçebiliriz. 
Ayasofya İstanbul için sadece bir ibadethane, bir katedral değildi. Bir siyasi merkez ve İstanbul'un sembolüydü. Bunu nereden anlıyoruz?
Görüldüğü üzere Sultan Mehmet'in fethettiği toprak İstanbul'un surlarla çevrili bu küçük bir bölümüydü ve bu küçük parçanın merkezinde Ayasofya bulunuyordu. Halkın çeşitli efsanelerle kutsal olarak gördüğü dini bir merkezdi.
Sultan Mehmet'in camiye dönüştürme kararını "ama bu hiç etik değil" gibi bilinçsizce yapılan itirazları doğru bulmuyorum. Çünkü bu anakronizme düşmekten öteye gitmez, zira bir olguyu içinde bulunduğu tarihin perspektifinden değerlendirmek gereklidir. 
Sonuç olarak, şunu söyleyebilirim ki FSM'nin camileştirme kararı siyasi anlamda ve halkın batıl inançlarını (titanik -ayasofya- batmaz minvalinde) yıkma konusunda avantajlı olabilir. Böylece bu kararın doğru ve elzem olduğunu da belirtmeliyim.

3-) Atatürk'ün Müze Kararı

Muhtemelen bu metnin kırılma noktası burası olacaktır. Çünkü, burada bu kararın verilme sebebi bilinmemektedir ve yoruma açıktır. İlber Ortaylı'ya göre Mustafa Kemal bu kararı dış baskılar neticesinde aldı ama bana bu da subjektif yorum gibi geliyor ve inandırıcı gelmiyor.
Sevgili okuyucu, Atatürk ile ilgili duyumlarını bir gözden geçir bakalım. Hiçbir baskıya boyun eğmeyen, güçlü karizmatik lider... ama ne hikmetse bu boyun eğmeyen liderin dış baskılar sonucunda bu kararı aldığı söyleniyor. Kaldı ki bu baskılar da meçhuldur. Bu batı ülkeleri neden bu kadar vizyonsuz ki savaş sonrası ülkesini toparlamak dururken kalkıp da "Ayasofya'yı müzeye çevirin" diye baskı yapsın (gerçi bizim ülkede de onca sorun varken bununla uğraşıyorduk, çaktırma).

Hani bana şunu söyleseler anlar ve destek veririm: "Müzeye çevirip turistik gelir kazanmak istedi." (Gerçi turizm için uygun zamanlar değil, bu fikir rasyonel değil) ama bana Atatürk gibi bir adamın dış baskılara boyun eğip FSM'nin aldığı kararın 1935'de üstünü çizdiği söyleniyor... Tabi bunu Mustafa Kemal, FSM'ye ihanet etti şeklinde lanse edenlerden değilim zira bu salt gerçekliği bulunmayan tarihi verilere göre ağır bir itham olacaktır.

Sonuç olarak, Mustafa Kemal'in bu kararının yanlış olduğu söylenebilir ve din karşıtı bir hareket olarak yorumlanmaya açıktır. Çünkü 600 senelik bir caminin neden biranda müzeye çevrildiği bilinmemektedir ve geçmişe bakıldığında çöküş yaşayan Osmanlı'da bile böyle bir kararın alınmadığı görülecektir. O zamanlar dış baskılar yok muydu diye sorarlar adama...


4-) Erdoğan'ın Camileştirme Kararı

Öncelikle şu söylenmeli ki Türkiye kendi yurdunda istediği yer için istediği kararı verebilir. Buna kimse karışamaz. Karışırsa bu ulusal egemenlik problemine döner. Bu bakış ortalama bir vatandaşın, dış çevreye karşı takınması gereken tavırdır. Bunu bir kenara bırakıp, verilen kararın incelenmesine geçebiliriz.

Ben bazen harbi anlamıyorum bu ülkeyi. Ülkede çokça sorun var, insanlar mutlu değil, kimse kendini özgür hissetmiyor, yolsuzluklar almış başını gitmiş... Yönetenlerin tek derdi neden Ayasofya peki? Zaten kopmak üzere olan dış siyasi düzenini neden daha fazla germeye yönelik bu girişimi yapıyorsun ki? Paraya ihtiyacın çokça fazla iken neden çokça turist alan bir müzeyi cami yaparsın ki? Nereden bakarsan bak bu mantıksız. Yapılması gerekli miydi, gerekliydi ama şimdi mi yapmak gerekirdi? Elbette, hayır!

Gergin ortamdan kasıt nedir peki? Tam olarak şudur: Şu an Kudüs'te İsrail Mescid'i Aksa'yı havraya çevirse ne diyebilirler? Bu karara kızan Avrupa ülkeleri camileri gerçek deyimiyle "ahıra" çevirse ne diyebilirler? Ayasofya kılıç hakkı sayılıyor da bunlar sayılmıyor mu?

İşin ilginç kısmı da bu endişeleri daha önce Erdoğan'ın bizzat kendisinin dillendirmiş olması ve bunu "tuzak" olarak nitelendirmiş olması. Şimdi kalkıp hangi gerekçeye dayanarak bu işi yapıyorlar gerçekten merak konusu. Peki, madem "Atatürk'ün müze kararı yanlıştı, cami olarak kalması gerekirdi" diyoruz, o halde neden Erdoğan'ı bu konuda eleştiriyoruz? Çünkü zamanlama yanlış. Türkiye bu hamleyle özellikle yabancı yatırımcıya iyi bir izlenim vermiyor. Öyle ki en önemli ekonomi dergi/gazetelerinden birinde bu haber şu şekilde yayınlanıyor:
"Türkiye Cumhurbaşkanı dini politika(ya) oynuyor." Yabancı yatırımcı İran gibi baskıcı, teokratik ve otokratik görünen ülkelerden her zaman kaçar. Böyle bir ortama zenginliği ve refahı kimse getirmez. Dolayısıyla sorulacak soru şudur, "Ayasofya ülkenin refahından daha mı önemliydi?" (Gerçi yatırımcının bu ülkeye gelmemesi için daha çok arızalarımız var.)

Bu kötü zamanlamanın hiçbir rasyonel tarafının bulunmaması gerçekten de Ekonomist gazetesinin kurduğu cümleyi haklı çıkarıyor. Hükümet yüksek ihtimalle bundan sonra olacak tüm krizleri "Ayasofya'nın cami olmasını yediremedikleri için bize saldırıyorlar" cümlesine bağlayacak fakat aklı selim insan bu deli saçmalarına yine inanmayacaktır (toplumun çoğunun aklı selim olmadığını düşünürsek..).

Özetle, Erdoğan'ın kararının doğru olduğunu ama siyasal-ekonomik açıdan yanlış zamanlama olduğu vurgulanabilir. 


5-) Araplaşmak| Ayasofya-i Kebir Cami

Dini konularda en çok başımıza dert olan konulardan biridir dini geleneklerden ayıramamak. Şu anda Türkiye müslümanlarının %60'ı din adı altında arap geleneğini yaşamaktadır (fazla iyimserim). Bunun örneklerinden biri de Ayasofya'ya böylesine uyumsuz bir ismin verilmiş olması. Büyük Ayasofya Cami'si veya başka bir şey söylenebilirken, neden Ayasofya-i Kebir Cami? Anlamakta zorlanıyorum doğrusu. Dil kimliktir, peki bu kimliksizleştirme adımları neden?

Aslında bu arap geleneklerine bağlılık iktidarın siyasi hedeflerini anlama noktasında da bize işaretler sunar. Örneğin, dili (kimliği) ve yaşantısıyla bir arap gibi davranan bir hükümetin eline geçtiği ilk fırsatta ülkesini söz konusu arap ülkelerinin yönetim anlayışına adapte etmek isteyeceği söylenebilir. Ne demek istiyorum? Şeriat, hilafet, saltanat... Bu toplumun mayası bu yönetim biçimlerini tutmaz lakin, bunları denemek bile bu ülkede derin hasarlar bırakır. Özellikle dindarların bu konuda uyanık olması gerekir. 
"Siz ey insanlar! İyi bilin ki Allah'ın vaadi gerçekleşecektir! Şu halde dünya hayatı sizi asla ayartmasın! Dahası aldatıcının hiçbir türü sizi Allah (hakkındaki asılsız düşünceler) ile aldatmasın!" (Fatır/5)

Din gibi değerli bir konuyu siyasi hırslara kurban etmeye, özgürlüğü ilkel arap geleneklerine değişmeye karşı herkes uyanık olmalı.

6-) Kemalizm  

Sevgili okuyucu! İşte yazının bu kısmı en tehlikeli kısmı. Neden mi en tehlikeli? Anlarsın... Kemalizm meselesine girişi Orhan Pamuk ve Seküler'lik mesajıyla yapalım istiyorum. Bir de müzeye dönüştürme kararı ile ilgili vermediğim bir detayı burada vereceğim. Sıkı tutun başlıyoruz!

Çok doğru söyledin kral! Ayasofya'nın müzeye dönüştürülmesi tamamen seküler fikre dayanıyordu çünkü. Bu yüzden camiye dönüştürüldüğünde bu seküler düzene aslında bir darbe vurulduğu söylenebilir (tabi camiye dönüştürenler bunun farkında bile değil, onların sebebi farklı). 
Nereden mi anlıyoruz? 
Orhan Pamuk’un Ayasofya ve sekülerlik arasında bağlantı kurması tesadüf ve isabetsiz bir tespit değil. Adam haklı! Kemalizm seküler projeyi Ayasofya üstünden yürütüyordu. M.İnan Özmekçi‘nin ‘Türk Sağında Ayasofya İmgesi’ başlıklı makalesini okuyunca bu olgu daha iyi anlaşılır.

Bu kararın seküler düzene hizmet ettiği o zamanlar açıktı ama biz ne şişin ne kebabın yanmasını göze alamadığımız için tarihi de subjektif yorumlara esir ediyoruz. Tabi bunu müze kararı kısmında incelemiştim. (Sekülarizm meselesini daha iyi anlamak için lütfen bu bağlantıya tıklayıp yazdığım yazıyı oku. Ne demek istediğimi okuduğunda çok iyi anlayacaksın.)
Sözün özü evet, bu karar sekülerizme bir darbe. Fakat kaçırılan nokta şu ki bu karar sadece bizim kemalistlerin kafalarında kurduğu sekülarizme bir darbe. 
Bunu niye söylüyorum? Çünkü Orhan Pamuk'un başını çektiği bu kronik sol kitlenin kavrayamadığı son derece gülünç bir nokta var. "Türkiye hiçbir zaman seküler olmadı!"
Türkiye seküler, demokratik bir devlet değildir. Türkiye kemalizm dinine sahip bir Teokratik devlettir. (Şükür ki son zamanlarda bu biraz da olsa değişmeye başladı ama keşke entelektüel seviyede bu olsaydı. Zira bu değişim çatışma doğuruyor.) Kısacası Orhan Pamuk gibilerinin kaçırdığı nokta bu. Bunlar kemalizm dinine seküler kılıfını takmış, ateist kılığındaki dindarlar. 
Sevgili Okuyucu! Emin ol bunlar oldukça kuvvetli bir imana sahiptir kendi dinlerinde ve dogma olarak suçladıkları ilahi dinlerden daha dogmatiklerdir. İnceleyelim.
Atatürk Fatih'in kararını değiştirdiğinde twitter olsaydı aynı şeyin nasıl yazılacağını düşünün. "Bugün FSM'nin imzaladığı kararnameyi iptal edenlere yarın FSM'nin imzaladığı başka hangi kararları iptal etmeyi düşünüyorsunuz diye sormak lazım." Alın size FSM'ye karşı Atatürk'ü düşman gösteren bir tweet. Sormak lazım, hayırdır kardeş Atatürk bir ilah mı? Kararları sorgulanıp, değiştirilemez mi?
Bunu sorduğumuzda bu kronik sol kafalar hemen Ad Hominem'e başvurarak "sen kim oluyorsun ki Atatürk'ün kararını sorguluyorsun" diyorlar. Hiçbir eleştirel düşünceye sahip değillerdir, Atatürk'e karşı konulmaz bir imana sahiplerdir.
O kadar demokratik bir devletiz ki muhtemelen ben bu yazıyı Kemalizm'in doruklarda olduğu dönemlerde yazsaydım Atatürk'ü Koruma Kanunu'ndan tutuklanırdım (nasıl cumhurbaşkanına hakaret edenlerin içeri tıkılmasına karşı isek bu kanuna da karşı olmamız gerek). Atatürk gibi güçlü bir karakterin neden korunmaya ihtiyacı olsun? Tarihi verilerle hakaret etmesine engel olamadığınız adamları yasaklarla mı engelleyeceksiniz? Atatürk'e hakaret suç da Pazarcı Ali Efendi'ye hakaret suç değil mi? "Ama Atatürk Türk insanının ortak değeridir, kutsalıdır, kimse hakaret edemez" diyorlar. Hristiyan için Hz. İsa'yı koruma kanunu neden yok, Müslümanlar için Hz. Muhammedi koruma kanunu neden yok? Dogmatik sayılan dinlerde sana hakaret etme özgürlüğü tanıyorlar ama konu kemalizme geldiğinde susmanı bekliyorlar sevgili okuyucu! İstersen neyin dogmatik olduğunu bir kere daha düşün. 
Bu yazımı okuyacak olan Atatürk'çü arkadaşlar bilsinler ki bütün bu söylediklerim Mustafa Kemal'i değil, kemalizmi hedeflemektedir (çünkü şeyh uçmaz, mürit uçurur). Zira bu topraklarda yetişen kimsenin Mustafa Kemal ile bir derdi olamaz ve olmamalıdır, fakat herkes eleştirilebilmeli ve herkes istediğini söyleyebilmelidir. Eleştirel düşünce olmadan bu putperest ve pagan inançlardan kurtulamayız (heryere Atatürk heykeli yapmak, cami yapmakla aynı şeydir). 

Ayasofya üzerinden Kemalizm ile ilgili görüşlerimi belirttiğime göre bu kemalizm bahsini EkşiSözlük'te gördüğüm (site tarafından sansüre uğramış) sevdiğim bir yazı ile kapatabilirim. 
Nasıl Erdoğancı Olduğumun Hikayesi (!)

7-) Cami Kararının Türk Siyasetine Olası Etkileri
Bugün böyle bir haber düştü ekranıma. Evet, Türkiye ekonomisi taşıma su ile değirmen döndürüyor. Ellerinde tuttukları bu bombanın kısa zamanda patlayacağı da açık ama yanılmak istediğimi belirterek 2021'in pek de olumlu geldiğini düşünmüyorum. Gelmekte olan bu ekonomik tsunaminin Ayasofya ile alakası ne peki?
En son Kurtlar Vadisi'nde gördüğümüz bu "dıj güjler konseyi" (hükümete göre) Ayasofya için ekonomimize saldıracak.

+Dolar 9 lira oldu reis 
- Ayasofya Fatih'in mirasıdır!
+ Reis işyerim batıyor, borçlarım katlandı
- Fetocular Ayasofya kararından rahatsız olmuştu 
+ Reis donum yok
- Ayasofya'da akşam namazı kılacaz inşallah

Kısacası mevcut ekonomik durumun zorluğu, halkın oy davranışına yansımasın diye AyaSofya'yı dibine kadar kullanacaklar. Muhalefet ise yine aynı basiretsizlik ve hamasi söylemlerle oy devşirmeye çalışacaktır. Devşirecektir de... Sevgili okuyucu, bunca zaman okuduğum siyasi, ekonomik yazıların tamamından çıkardığım sonuca göre sana bir Spoiler veriyorum.
Türkiye'de sol partilerin ve milliyetçi sağ partilerin bu ülkeye refah getirmesi imkansız... Artık bu bilgiyle ne yaparsan yap ama şunu bil; bu ülkede refah yalnızca özgür düşünce ile var olur. Ne kemalizmle, ne teokrasiyle...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hz. Muhammed Temporal Lob Epilepsi Hastası mıydı?

Mütevazi Bir Cuma Duası

Dilan Polat Bir Vatanseverdir, Neden mi?