Kayıtlar

Mart, 2021 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Şüpheyle Barışmak

Resim
Önceden dini konularla oldukça haşır neşirdim. Akaid ve kelam adını verdikleri ilimle, yani teolojik felsefeyle daha çok ilgilenirdim. Çok fazla gayrimüslimle konuşup, dinleyip, tartıştığım olmuştur. O zamanlar inancıma kesin gözüyle bakıyordum. Benim için mutlak doğru oydu. Her şeyin cevabını bulabileceğim iddiasındaydım ama yanıldım. Geldiğim şu noktada halâ müslümanım. Kafasında onlarca soruları olan fakat inanmayı seçen bir müslüman. Bu sorulardan kaçıyor değilim veya bu sorular beni dinsizliğe sevk edebilecek sorular değil. Cevapsız sorular bunlar. Tüm inançların ve inançsızlık inancının birleştiği nokta burası. Bilinmezlik. Artık bazı şeyleri bilemeyeceğimi fark ettim. Ah o insanın egosu yok mu... Her şeyi bilebileceğini düşündürür, cevapları bulamadığında "zaten bu inanç yanlıştı" der. Hayır, sorun inancın yanlışlığında değildi. Cevapların olmayışındaydı. İnsanlar "inanıyorum" dedikleri Tanrı'nın özelliklerine ya vakıf değiller ya da unutuyorl

Türk Eğitim Sisteminin Kokuşmuşluğu Üzerine

Resim
Türkiye eğitim sistemiyle alâkalı kokuşmuşluğu üniversitede iliklerime kadar hissettim. Ders içeriklerinin leşliğine, akademi dünyasının garabetlerine girmeyeceğim lakin çok basit bir örnek vererek bunu açıklayacağım.  Sağlık bilimleri fakültesine girmişiz genç bir dimağ olarak, vermişler elimize bir liste, seçin bu dersleri demişler... Seçmeli dersleri bizim yerimize seçip zorunlu hale getiriyorlardı evet. Neyse bunu geçelim. Seçtik bir ilkyardım dersi, dedik öğrenelim güzel şeyler. Ne olur ne olmaz. (Bu arada üniversite adı vermiyorum. Ülkede fikir özgürlüğü zaten yok boşuna başım ağrımasın.) İyi bir doktor girdi dersimize. Kendisi yurtdışında görevlendirilmiş baya tecrübeli bir adam. Başladık teorik eğitimlere. Heimlich manevrası bu durumlarda yapılır, suni tenefüs şu durumlarda yapılır, yanıklarda bu yapılır vs vs... Tabi ders ilgi çekici, neden; çünkü hepimizin ailesi, dostları var. Allah korusun ama bir gün birimizin işine yarayabilir. Bu gerçekçi düşünce benim merakl

Ekonomik Problemin Temel İki Sebebi

Resim
Türkiye'de ekonomik problemlerin temel sebebi hukuksuzluk ve tek adam rejimidir. Neden? ⬇️⬇️⬇️ Merkez Bankası Örneği MB başkanları cumhurbaşkanı tarafından atanır ve 4 sene boyunca cumhurbaşkanı dahil kimse görevden alamaz. MB Başkanları 1 - 2  senede 4 kez kovuldu. Bu hukuksuzluktur. İstanbul Sözleşmesi Örneği Uluslararası geçerli olan bir sözleşmeden ayrılmak için tek bir kişinin kararnamesi yeterli değildir. Meclis kararı gereklidir. "Meclise gelseydi yine fesih edilirdi" diyebilirsiniz. Doğrudur. Mühim olan hukuka uygunluğu. Burada da hukuksuzluk var. Şeffaflık Meselesi MB verileri vatandaşların emeğinin parasıdır. Dolayısıyla kime ne kadar satış yapılmış şeffaf bir şekilde açıklanması gerekir geçmişte olduğu gibi. Şimdi hiçbir şeffaflık yok tamamen bir yalan rüzgarı hakim. Piyasadan borç alarak topladıkları 90 küsür milyar doları işaret edip "muhalefet yalan söylüyor, rezervimiz 90 milyar dolar" diyen kişi aslında yalan söylüyor. Rez

SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA AMAÇ 2: AÇLIĞA SON

  HEDEF: Açlığı bitirmek, gıda güvenliğine ve iyi beslenmeye ulaşmak ve sürdürülebilir tarımı desteklemek. Ekonomide hızlı büyüme, tarımsal verimlilikte artış ve bilimsel gelişmelerle birlikte yetersiz beslenen insanların sayısında ciddi azalmalar sağlanmıştır. Geçmişte açlık ve kıtlıkla boğuşan gelişmekte olan ülkelerin neredeyse tamamı, vatandaşlarının beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilir durumdadır, fakat bu gelişmenin yeterli olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. Küresel kalkınma hedefleri bir bütündür ve bu hedeflerin herhangi birinde yaşanan bir gerileme zincirin diğer halkalarına da sirayet edecektir. Dolayısıyla kalkınma hedeflerinin ikincisi olan açlığa son amacının da gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu hedefin gerçekleşmesi için gerekli ilerlemenin yeterli olmadığını gösteren en büyük delil ise Dünya'nın yaklaşık %8,9'una tekabül eden 690 milyon insanın aç olmasıdır. Beş yaşın altında 90 milyonu aşkın çocuk ise gerekli vücut ağırlığının tehlikeli düzeyde altındadır.

Mutluluğu Çağırmak

Resim
Hayatta inişler çıkışlar her zaman olur, bu normaldir, olması gerekendir. Varlık yoklukla bilinir, mutluluk üzüntüyle çünkü tabiatta her şey zıttı ile var olur. Dolayısıyla başa gelen ne olursa olsun eğer ağır hastalık ölüm gibi ciddi mevzular değilse, söz konusu dertler uzun bile sürse ömür boyu sürmeyeceği inancında olabilmek çok önemli. Dert varsa derman aranır, derman bulunur dertten kurtulmanın mutluluğu yaşanır hayat akar gider. Hayat akarken monotonluktan şikâyet edilir. Zamanın bizi öldürdüğünü bile bile, zamanı öldürmek için yer ararız. Bunlar bir sorun mudur peki? Değildir. Kim nasıl mutlu hissediyorsa öyle olsun. Ama bu mutluluklar kısa vadeli ve aşırı değil, uzun vadede insanı azar azar doyuran mutluluklar olmalı. Olmalı ki insan rehavet ile bir anlık mutluluğun bedellerini bir ömürlük üzüntü ile ödemesin. Temel nokta bu. Mutlu olmak. Kendini mutlu bir insan olarak tanımlayabilmek. Mutluluğu azar azar  nefsi doyura doyura tadabilmek. Kendinize şunu sorun (zira b

Öğrenci Andı: Kuru Milliyetçilik

Resim
Bir adam bir nehrin öteki tarafında yaşıyor ve onun lideri benim liderimle kavga etti diye, biz aramızda kavga etmediğimiz halde, kalkıp birbirimizi öldürmeye kalkışmamızdan daha aptalca bir şey olabilir mi?  - Blaise Pascal Bir Türk olarak bu kararı doğru buluyorum. Neden?  (Okuduktan sonra "sen nasıl Türk'sün" diyenler olursa, sorun değil. Çok takılmıyorum zaten ırk kavramına) ⬇️⬇️⬇️ Almanya'da gurbetçi bir Türk'sünüz ve ilkokuldan bu yana sürekli "Alman'ım", "Varlığım Alman varlığına armağan olsun!" gibi sloganik cümlelerle eğitiliyor, büyütülüyorsunuz. Ne hissederdiniz? Ben söyleyeyim. Tamamen bir kimlik karmaşası. Benim gibi kendini biyolojik irk kavramından soyutlamış, kültürel ırkları kabul eden biriyseniz bu çok da umrunuzda olmaz. Fakat, böyle değilseniz ileride bu kimlik karmaşası yüzünden oldukça sıkıntılar yaşayacaksınız. Sistem sizi çocukluğunuzdan itibaren gömlek değiştirmeye, tek tipleştirm

Günümüz Feminizm'i Üzerine

Resim
(Dikkat: Bu yazı eser miktarda argo içermektedir.) Bazen metinlere nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Duygularımı çok belli edebilen biri değilim fakat yazma serüvenimin başlangıcından bu yana ruh halimin yazdığım metinlerin üslubuna yansıdığını söyleyebilirim. Bu yazıyı ise aralıklarla yazdığım için ruh halim gibi üslubum da değişiklik gösterecektir. Gerçi böyle bir yazıyı şu an Elif Türküsü dinleyerek yazıyor olmam da şu an bana ne alaka dedirtmiyor değil ya, Herneyse... Canım bir şeye sıkılınca acayip sarıyorum bazı konulara. Feminizm'de bunlardan bir tanesi. Yalnız bu konulara sarma sebebim feminizm özelinde düşünülmesin, zira feminizmi ve feministleri şamar oğlanı olarak kullanmıyorum. İşim gereği çoğu konuyu araştırıyor ve aşina oluyorum, dolayısıyla bazılarından irite oluyorum (İrite olduklarımı şamarlıyorum ama). Geçenlerde düşünüyorum, ulan Çağatay bu kadar zamandır sosyal medya kullanıcısısın hangi başarıyı elde ettin bu alanda? Birkaç güzel dost kaza

Dertleşme: Eğitim Hayatı

Resim
Önceden üniversite derslerini asmamam gerektiğini düşünürdüm. Derslere çoğunlukla vaktinde gider, beni derdest edecek kadar hasta olmadığım sürece de derslerime katılırdım. Buna rağmen, şimdi tam tersini düşünüyorum.   Artık, herkese söylüyorum: Kendinize neyin yararlı neyin yararsız olduğuna karar verdikten sonra yararsız olduğuna kanaat getirdiğiniz derslere girmeyin. Dışarı çıkıp, denizin güneşin tadına varın. Kitap okuyun. Bunlar daha yararlı. Niçin bunu söylüyorum? Hem kısıtlamalar hem karantina süreci hem de soğuk kış ayları derken kendimi mapushaneden yeni çıkmış mahkum gibi hissediyorum. Denizin, güneşin, martının ve simidin tadı çok başka geliyor. Adalar vapurunu özlüyorum, şikayet ettiğim kalabalığı özlüyorum. Çünkü tüm bu asosyal süreç insanı fazla sıkıyor. Fazla sıkılmışlık ise insanı bazen alim ediyor. Kendi içine dönüp aslında neye ihtiyacın olduğunu görmeni sağlıyor. Kimi zaman da anksiyetelere gark ediyor. O yüzden odağı daima olguları anlamaya yönelik tutma