Kayıtlar

Aralık, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Deliliğe (S)Övgü

Resim
Deli gibi sevmek, aşkından gözü kör olmak vesayre... Dil kimliktir. Dilin klişeleri kimliklerimize yansıyınca aklı başında seven de kimse kalmadı. Biri de çıkıp şunu demedi: Seni seviyorum. Deli gibi de değil, gayet aklı başında biri olarak seviyorum. Akılla, duyguları hep çarpıştırdılar. Akılsız sevgiden doğan her ihaneti, her şiddeti ise "kara sevda, aşktan deliye döndü" diyerek bahanelerle olumlama yaptılar.  Bir de tasavvuf modelleri vardı bunların. Onlar da imanı akılla çarpıştırdılar. Aklını kullanıp Allah'a erişen İbrahim değil, sözde ilahi aşkından divane olup dönmeye başlayan Rumi daha çok övüldü. Allah aklını kullan dedi, onlar akılsız iman dedi. Tabiat aklınla sev dedi, onlar aşkın gözü kör dedi. Dediler de dediler. Dilimize pislikleri boca ettiler. Akıldan yoksun Dil ise oldu bize kimlik. Şimdi ise kimliğin dışına çıkabilmek için sancılar çekiyoruz.  Sevgiyi akla bağlamak adeta suç gibi. Kime anlatsan o işler öyle olmaz diyor. Haklılar. Olmuyor da.

Sen'in Gelmeyişine

Resim
Eylül de bitti. Ve sen hâlâ gelmedin. Yağmurlar damlayacaktı ıslak saçından, gözyaşından bir deniz getirecekti seni. "Ah"ların şişirdiği yelkenleri yürek zarından yapılmış bir gemiyle gelecektin. Ellerinde gözlerimi getirecektin; seni Yusuf bilip, Yakup gibi giderken ardınsıra yolladığım gözlerimi. Bunca küf kokmayacaktı ayrılığımız. Kavlimiz böyle değildi. Beni hacil bırakmayacaktın ele güne, dosta düşmana karşı. Sevmek yüreğe saplanmış bir bıçaktı, biliyorum; fakat bunca firkatin adını da koyamıyorum. Bilseydim, imrenir miydim hiç uçan kuşlara? Bilseydim, aylardan Eylülü, vakitlerden akşamı, çiçeklerden zambağı, kuşlardan turnayı, leyleği koyar mıydım lügatlere? Bak, kokun geldi burcu burcu toprak gibi, bir yoksulun ellerine düşmüş Sıcak ekmek gibi, kan gibi, gözyaşı gibi, ter gibi, emek gibi. Fakat sen gelmedin. Acın geldi, sancın geldi. "Derin bir nefret olmadan derin bir muhabbet nasıl olur?" demiştin ya! Bak, kıtlıkta verilmiş bir sokum gibi yollad

Stockholm Sendromu

Resim
Ümit Can Uygur... Türkiye standartlarının üstünde orul orul orospu çocuğu olarak adını duyurmuş olan bir isim. Aleyna'yı öldürdüğü söylenen bu orospu çocuğunun Dm kutusu. Konuşmalar bir hayli iğrenç, o yüzden okumadan direk aşağı inip yazıyı okumaya başlayabilirsiniz fakat ben ibret için yine de koydum.  Nietzsche "Kadınlara mı gidiyorsun kırbacını unutma." Diye bir ifade kullanır. Tabi, git kadınları kırbaçla dememektedir. Kadın senin gücünü hissetmeli,çünkü onun yaradılışı böyle gerektirir demektedir. Kadınların sadece çok az bir kısmı tercihlerini rasyonel yapıyorlar. Çoğunluğu sebebi onlarca olmak üzere, tercihlerini hep toksik diye nitelendirilmesi gereken ama söz konusu kadınlar için alfa olan erkeklerden kullanıyorlar. Entelektüel birikim yapan, çalışkan, efendi ve dürüst erkekler kadınların ilgisini çekmezken nerede veled-i zina, nerede karaktersiz itoğlu it varsa onları seçme eğilimindedirler. Dediğim gi

PR: Farkındalık ve Politik Doğruculuk

Resim
Yeni nesil PR yöntemi. Abuk sabuk ama prim yapan sözde Farkındalık fikirlerini kullanarak reklam yapmak.  Reklamcılık açısından baktığımızda bence başarılı bir fikir, bolca aptalı kendine çeker, adından söz ettirir. Fakat, rasyonel insanın elbette umrunda olmuyor bunlar. Mesela bu paylaşımı birçok aptal birbirine gönderecek, ay neee hooooşş diyerek güzelleme yapacak ve takibe alacaklar.  Fakat biz biliyoruz ki hiçbir işletmenin farkındalığı olmaz, ideolojisi olmaz...  İşletmelerin tek amacı vardır. Kârı artırmak. İçinde bulunduğumuz çağ da kendini entelektüel sanan koyunların bulunduğu anti entelektüel bir çağ.  Doğru olan değil, popüler olan ilgi çekiyor ve hakikat sayılıyor. Gucci gider birbirinden tipsiz kadınları ve erkekleri manken yapar, kimi markalar gider kadın kıyafetlerini erkeklere giydirir reklam yapar, bizim angut KOTON ise başörtülü kadınları kullanarak moda yaratma amacında. İşte neymiş başörtülü kadın da pantolon giyermiş de modası varmış da şuym

Sosyal Çevre

İnsanın sosyal çevresi gerçekten önemli bir mevzu. Bunu tecrübelerim arttıkça daha fazla anlıyorum. Duygusal bütünlük kurabildiğiniz insanlarla birarada olabilmek güzel şey bunda herhangi bir sorun yok ama bu insanların size bir şeyler katabiliyor olması da güzel bir şey. Bir iki haftadır temel odağın genel ekonomi ve bankacılık olduğu yaklaşık 400 kişilik bir grupla birlikte eğitim görüyorum. Normalde böyle bir grupta eğitim nitelikli olmaz çünkü sayı çok fazladır lakin, 10 kişiyle alamadığım verimi bu 400 kişiyle alıyorum birkaç gündür. Hepsi öğrenmeye ve gelişime aç, hepsi içinde bulunduğu ortamda gönüllü, hepsinin bilgi birikimi yüksek ve hepsinin ortak bir amacı var. Öğrenmek. Bilginin rekabetini yapacak olursam benden çokça fazla donanımlı onlarca öğrenci var bu grupta. Dersler 400 kişiden beklenmeyecek şekilde interaktif geçiyor. Herkesin bahsi geçen her konuda yararlı bir fikri mutlaka oluyor. Tabi, bunu gören ben de bu interaktif derslere ilgimi ister istemez diri tutmak durum

Dertleşme

Resim
1 - 2 haftadır üzerimde bir Serdar Ortaç mutsuzluğu ve bir sıkılmışlık hakim. Öyle ki, mutluluğu tasvir et deseler edemem. Kovid muhabbeti beni iyice yormaya başladı ama bu sanırım sadece kovidle alakalı değil. Hırslarıma dair inancımı kaybettim. Aynı hırsla kitap okumuyorum, ders çalışmıyor, araştırma yapmıyorum. Derinlemesine düşünmek beni bir hayli yoruyor. Yoğun bir odaklanma ve dikkat eksikliği yaşıyorum. Dün bir santranç oynayayım dedim, vezirimi iki kalenin ortasına atarken buldum kendimi. İyi bir meslek erbabı olmak için çok hırslanıyordum ve çok çalışıyordum ama artık bu konudaki hırsım da ülke ekonomisi oranında geriledi. Alım gücümü düşündüğümde 5 6 bin lira kazanmak için bir taraflarımı yırtmak bana doğru gelmiyor. Notlarım konusunda eskisi gibi hırslı değilim. Umursamıyorum bile. Çünkü iyi bir ezberci olduğumu göstermekten başka bir halta yaramıyor. Üniversite hayatını sevemedim. Bana hayatımı değiştirebilecek bir şey kazandırmadı. Bolca ezber, bolca sınav. İçe

2021'e Dair: Virüs ve Kuraklık

Resim
2020 gerçekten çok kötü bir yıl oldu. Kovid meselesini geçtim, hijyene, dolayısıyla suya en çok ihtiyacımız olduğu zamanda kuraklık baş gösterdi. Barajlar çok rezil seviyelerde ve hiç bu kadar düştüğünü hatırlamıyorum. Kendi adıma elektrik ve su harcamalarımı kıstım. Tasarrufa geçtim. Sadece duş süresinden azaltılan 1 dakika yılda 5 - 10 ton suya tekabül ediyor.  Fakat ben bunları sıkı bir gündem takipçisi olduğum için yapıyorum çünkü bilime kulak veriyorum ama insanların %90'ında bu yok. Dolayısıyla devletlerin bundan yaklaşık 1400 sene önce inen "israf haramdır" uyarısına bağlı olarak, israfı önleyecek çalışmalara geçmeliler. Yoğun elektrik tüketimi, su tüketimi veya ısı tüketiminin önüne geçilmeli. Bunun hem tabiata hem de ekonomiye katkıları olacaktır. Yapılacaklar çok basit. Önce eğitime israftan kaçınma bilincini aşılayacak bir tasarruf dersi koyacaksın ki ilkokulda gördüğüm tuvaletin musluğunu açık bırakıp giden veled-i zina'lar türemesin. Belli bir

Komünizm: Vasıfsızlık ve Kıskançlık

Resim
Dünyanın en büyük yalanlarından biri komünizmin sömürü sistemine karşı savunulduğu iddiasıydı. Çünkü, aslında komünizm, halkın çoğunluğunu oluşturan vasıfsızların birleşip zor kullanarak üretken, verimli ve çalışkan insanları sömürmesiyle ilgilidir. Aynı zamanda komünizm, yine aynı vasıfsızların kıskançlıkları üzerine kurulmuş bir ideolojidir. Insan tabiatı gereği aynı seviyede üretken, verimli, zeki veya fiziksel olarak güzel olamadığı için kazanımları da eşit olamıyor. Bir vasıfsız, üretken bir kişinin kazanımlarına sahip olabilmek için veya yakışıklı bir erkeğin sahip olduğu kadınlara sahip olmak için 2 ihtimali vardır. Ya onlar kadar üretken ve yakışıklı olmalıdır ya da zor kullanarak onlarla eşit olmalıdır. İlk şık normal şartlarda mümkün olamayacağı için bu kıskanç vasıfsızlar zor kullanarak bu kazanımlara sahip olmaya çalışır. Yine komünist manifesto da geçtiği gibi kadınlar bile duruma göre kamu malıdır. Evlilik vs zaten yok. Yönetici isterse kadınlara da el koyabil

Nevroz, Aile Eğitimi ve Anlamlandırma Problemi

Resim
Bu yazıya başlamadan önce Nevroz kavramının psikoloji biliminde her psikolojik problemler yaşayana nevrotik denemeyecek kadar detaylı bir kavram olduğunu belirtmek isterim. Yazının konusu da tam olarak nevrozla ilgili değil, genel olarak psikolojik bunalımlarla, problemlerle ve bunların sebepleriyle alâkalı. Elbette ki birden fazla sebep de sayılabilir psikolojik problemler için ama ben bu yazıda sadece psikolojik problemlerin anlamlandırma, aile eğitimi ve korku/kaygı ile ilişkisinden bahsedeceğim. Keyifli okumalar... (Bir de şunu söyleyeyim; bu yazıda bilimsellik aramayın, ben sadece gözlemlerimden bahsedeceğim. Sonra kalkıp önüme makaleler falan koymayın.)  Nevroz, Aile Eğitimi ve Anlamlandırma İnsanın psikolojik problemler yaşaması tamamen hayatı nasıl anlamlandırdığıyla alakalı bir durum. Bir olay veya bir nesne ile karşılaşıldığında insan zihni seçenekler sunar. Bu seçenekler en akılcı olanlar, en aptalca ve en hastalıklı olarak ayrılıyor. İnsanların yaşadığı ortam, duygusal duru

Siyaset Üzerine: Kamusal Alan - Özel Alan Problemi

Resim
Siyaseti tanımlama ve açıklamadaki görüşlerden biri olarak, kamusal alan-özel alan tartışmaları ile ilgili olarak, devletin sanat yaklaşımının siyaseti daha geniş anlamda anlamaya yönelik kısıtlamaları hakkında neler söylenebilir? Devlet, toplum için toplum tarafından finanse edildiği için eğer toplum var ise meşruluk kazanır. Siyaset ise sosyal bir faaliyettir, dolayısıyla bir diyalogdur. İnsanların hayatlarını düzenleyen, kural koyan, koruyan ve değiştiren faaliyettir. Tabi, siyasetin ne olduğuna dair çeşitli yaklaşımlar da söz konusudur. Bunlardan biri Bismarck'a göre siyasetin bir sanat olduğu iddiası. Bismarck siyaseti hükümet etme sanatı olarak tanımlar. Devlet kararlar alarak toplum içinde kontrol sağlar. Buna ek olarak, siyasetin bir toplumu belli argümanlar ile ikna edebilme, doğruyu yanlış, yanlışı ise doğru gösterebilme sanatı olduğu söylenebilir. Siyaset, takdir edilme kaygısı ile talep edileni arz eder, kendisi olma gibi bir derdi yoktur. Çoğunlukla amaçlar

Cinsel Evrim: Erkek Neden Aldatır?

Resim
"Olgunluk söz konusu olduğu zaman yirmi yaşındaki bir kız; genelde yirmi beş yaşındaki bir erkekten daha yaşlıdır. Yirmi beş yaşındaki çoğu erkek için psikolojik ergenlik çağı daha henüz sona ermiş değildir. Ergenlik, yanılgılar çağıdır. Ve bu çağda yalnızca kısmi sorumluluklar söz konusudur. Erkeklerle kızlar arasındaki psikolojik fark, erkeklerin cinsel olgunluk çağına değin genellikle oldukça çocuksu kalması, kızların ise ergenlikle birlikte görülen psikolojik incelikleri erkeklerden çok daha erken geliştirmesidir. Cinsellik, erkeklerdeki bu çocuksuluğu çoğu zaman zorbalıkla böler. Kızlarda ise cinsellik; ergenliğin başında olmalarına rağmen aşık olana dek uyumaya devam eder… Erkeklerde ise durum farklıdır. Cinsellik, onların içinde hayvani arzular ve ihtiyaçlar salarak tıpkı bir fırtına gibi aniden kopar. " (Maskülen/ Carl Gustav Jung) Duygusal kadın dostlarım biraz kızacaktır bunu söylediğim için belki ama erkek - kadın ilişkileri konusunda bunca araştırmalarım, bunca ok

Varoluşsal Bunalım

Resim
Geçmişe dönüp bakıyorum özellikle dini anlamda ne çok bunalımlar yaşamışım meğer. Boşluğa düştüğüm sırada, Bilmem kaç milyar yıllık Dünya varoluşunda ortalama 63 sene gibi komik bir zamana/ömre sahip olmayı hiç anlamlandıramazdım. Ateizm, deizm hepsini şıklarım arasına koyardım ama yok hiçbir anlam yok. Yaşamak için gerekli araçlara sahiptim ama anlamlandıramıyordum. "Ne için yaşam" sorusunu cevaplandıramıyordum. Dolayısıyla, dinime inanmaktan başka bir yolum da yoktu. Bu manevi boşluklara neden düştüm diye soruyorum kendime. Aldığım yanıtlardan biri ise yaşadığım çevreyle alakalıydı. Benim çevrem muhafazakar, dinine bağlı bir çevredir fakat içlerinde şükürler olsun varlıklarına ki birkaç tane sorgulayıcı insan barınıyordu. O güzel insanlar bir kenara dursun, vaktimin çoğu gelenekçi, radikal dindarların ekseninde geçti. Ben bir imam hatip mezunuyum. Bazen oradan mezun olmak benim için iyi mi oldu kötü mü oldu çözemiyorum ama tüm lise hayatım bir fikirsel mücadele içinde geçti